Pazar, Ağustos 18

Yine bir gün geziyordum:) Yedigölleri maceramı yazdım efenim buyrun..

Gene bir hafta ortası ortaya atılan bir ankara dışı gezisinin içine düştüm.Çarşambadan yedigöllere gidelim diye kararlaştırmıştık. Normalde günü birlik gidip gelmiştim bir kere ama yol çok yorduğu için göze alamamıştım bir daha. Neden mi şundan dolayı efendim. Yedigöllere ulaşmanın iki yolu var. Biri bolu üzerinden diğeri ise mengen üzerinden..Bolu üzerinden yedigöllere  42 km yol var ama şimdi aman ne var be ya yarım saatlik yol dediğinizi duyar gibiyim ama boş konuşmayınJ o yarım saatlik yol oluyor size 2.5 saatlik yol..Yol mucur ve topraklık..Bir sürü tümsek var gidilebilecek bir yol değil. Her zorluğun sonucunda yedigöller gibi bir cennete ulaşıyorsunuz ama kelimenin tam anlamıyla pert oluyorsunuz hem siz hem de arabanız..Bolu üzerinden müthiş manzaralar eşliğinde gidiyorsunuz onu da söylemeden geçemeyeceğim.

Ama mengen üzerinden sadece 12 km topraklık yol ve boluya göre daha düzgün bir yol..Ağaçların yaprakları gökyüzünü sarıp sarmalamış güzel bir patikadan ulaşacaksınız yedigöllere..
Yedigöller’de otel  vs aramayın yok zatenJ Sadece mengen üzerinden gelirken yazıcı köyünü geçtikten sonra hindiba pansiyon var onu da önceden arayıp yer ayırt etmeniz gerek.






Gel gelelim bizim yolculuğa..Yaptığımız eksiksiz listeye güvenerek yola koyulduk.İlk sinirimizi bozan şey arabanın cd çalarının bozulması oldu. O kadar cd doldurmuş bu yol için ve cd çalar bozuk..ilk 10 dakika bu şoku atlamadık ama sonradan iyi ki bozulmuş dedik zira seslerimizin hangi şarkıya daha çok gitttiğini, ne kadar çok şarkı türkü ezberimizde olduğunu,  otobanda bağıra çağıra türkü söyleyip ritim tutmamıza sebep olmuştur bu durum ..demek ki olumsuz bir olaydan güzel derslerde çıkarılabilirmiş.
Gel gelelim ki cd çalar yedigöllere girerken çalışmaya başladı ferhat tunç’un eski şarkılarından oluşan bir cd vardı içinde..Yedigöllere girerken  ferhat tunç’un gençliğinde ki munzur gibi akan ah istanbul yaşanmıyor sesiyle yedigöllere giriş yaptık. Zaten yorulmuştum araba kullanmaktan  bir de bu güzel manzarayı video alabilmek için geçtim copilot koltuğuna..Sonunda varabildik




Her anadolu insanının yaptığı gibi tabele önünde resimler çekildim.












Yol boyu yer yer derenin sesiyle yada kurduğum hayallerle gelmiştim işte bu cennet koyuna..Yedi tane göl..Bilindiği üzere heyelan sonucu oluşmuştur.Kayan kütleler in vadilerin önlerini kapatmasıyla oluşmuştur. Yani gördüğünüz de iyiki kaymış bu kütleler yav diyerek içinizden böyle değişik bir düşünce geçirebilirsiniz. Bu göllerin ismini aklınızda tutmak zorunda değilsiniz ama birine sayarken çok havalı oluyor. Hangi göller vardı orda diye bir soru geldiğinde ne bileyim yav 7 tane göl cevabı yerine Sazlıgöl,İncegöl,Küçükgöl,Büyükgöl, Deringöl,Kurugöl ve Seringöl olarak cevapladığınızda karizmatik cevaplar hanenize bir çentik atılmış oluyor.


Yedigöllere geldiğinizde yiyeceksiz gelmişseniz geçmişler ola efendim.Aç kaldınız. Turcuların yemeklerinden bir şey tırtıklarsanız şanslısınız yoksa öyle market bakkal tesis mesis aramayın yok öyle bir şey. Büyük uyarıdır yiyeceksiz çıkmayın göllere..Sonuçta biz kamp amaçlı gittiğimiz için bol bol et tavuk ve alkol almıştık. Gerçi alkollerin yarısını yolda tükettiğimiz için mengen’de durup takviye yapmak zorunda kaldık.






Ah mengen dedim de bak neyi geçtim.Mengen Aşçılar diyarına hoşgeldiniz diye bir tabela karşılar öncelikle sizi..Orayı bilen bir arkadasın tavsiyesi üzerine 44 yıllık bir lokanta olan müdür restoranta oturduk bulgur çorbası içtik birazcık yağlı olsa da ben beğendim denenebilir.








Konuşma yaparken elim belimde!
Evet nerde kalmıştık..Şöyle bir etrafı kol açan ettikten sonra en güzel nereye kamp kurulabilir keşfine çıktık. Benim keşif tipim görülmeye değerdi.Dudağımın ucunda yarım yanmış külü düşmek üzere olan bir puro sanki amerika’yı keşfetmiş edasıyla hah burası güzel burası olur nidalarıyla herkesi başıma topluyorum. Zira övünmek gibi olmasın genelde oymakbaşı benimdirJ
Bulduğum yer ocağa yakın çeşmeye yakın göle yakın hamaklık ağaçların olduğu ve çadır için uygun zemin olduğu gerçeklerini kürsüye çıkmış icraatlerini anlatan milletvekili gibi anlatıyorum. Konuşmam alkışlarla bölünse de ara ara sonuç itibariyle oraya konuşlandık. Kamp yeri bulduk diye horona duran arkadaşlar vardı aramızdaJ







Çadırlar kuruldu mangal yakıldı oltalar çıktı hamaklar kuruldu ..Biralar rakılar suyun içerisine yerleştirildi zira en doğal buzdolabı görevini görür çeşmenin yalakları..

Şöyle bir gerinip güzel bir salata hazırlamaya koyuldum. 1 saat içerisinde soframız hazırdı..Gece boyunca muhabbet sohbet yemek içmek derken geceyi yarılamışız. Çadırlarımız mavi olduğu için ormanın kuytuluklarındaki şirinler köyü gibi görünüyordu uzakta ki görüntümüz.


Çadıra girdiğimde sadece kurtların sesi sincapların sesi yarasaların çadırın üstüne yansıyan uçuş dansını izleyerek ve aklımda tek bir düşünce dahi olmadan uykuya dalmışım.

Sabah uyandığımda daha doğrusu uyandırıldığım da 7:15’di..Biri çadırımın fermuarıyla oynuyor tulumun içerisinden kurtulmaya çalışıp fermuarı  açıp bi baktım ki kızıl kırmızı kuyruğuyla bir sincap.Günaydın len sincap kardeş dedim der dermez ayakkabı alıp o dişlek ağzına masanın üstüne çıktı..Aha dedim şerefsiz sincap hayvanı getir lan ayakkabı başka ayakkabım yok .Durmuş masanın üstünde şiri n şirin bakıyor bana.Hiç iplemiyor dediklerimi.Bende ki olaya bak..Uyku tulumuyla oturmuşum sincabı tehdit ediyorum.Lan bak beni kaldırma yakalarsam seni yolarım o kuyruğunu kısa saçlarıma postij yaparım benziyoruz zaten sen kızıl turuncu arası bişe dişlerin de ayrık bana benziyorsun falan diye muhabbet ederken baktım bizimkisi ağzında ayakkabı hala masaüstünde muhabbet ediyormuşuz gibi dinliyor. Güzellikle olmayacak bu iş diyerek ayaklandım çıktım çadırdan o da ne? Uyku tulumunun fermuarı sıkışmış çıkamıyorum içinden tulum da mavi aha dedim şimdi tam şirin oldum..Saçım sarı olsa şirine gibi güçlü şiriin nerdesin ama diye bağırıcam ormanda..Neyse bi hayla kurtuldum tulumdan..Sincabı kovalıyorum yalın ayak ormanda çeşmeye kadar kovaladım yerden aldığım kozalağı sincaba doğru fırlattım bingo tam kafadan vurdum yumağı! Ayakkabıyı bırakıp kaçtı resmen benimle oyun oynadı sabahın köründe..Ayakkabıyı almış dönerken yan tarafımızda çadır kurmuş  yakuşuklu delikanlı ekibinden henüz yeni uyanmış iki kişinin bana güldüğünü gördüm ne var dedim ne gülüyorsunuz be hiçmi ayakkabısı sincap tarafından kaçırılan biri görmediniz dedim kahkahalara boğuldular. Gıcık oldum ama biri pek yakuşukluydu allah varJ









Artık uyanmış olduğum için ocağı yaktım çayı koydum çay demlenene kadar uyanan arkadasımla iskeleye inip oltaları da kapıp balık tutmaya koyulduk.Tatlısu olduğu için balıkları da lezzetli olabileceğini düşünüyorduk.Gölde  alabalık kefal ve sazan varmış..Oltaya ilk takılan balığı saldık şans adettenmiş. Ne saçma adetmiş lan dedim J Yakalayacaksak niye bırakıyoruz..Neyse ki pek ballı olduğumdan 10 dakikaya kalmaz 2 balıkla çadırların oraya döndük..Közde çayımız demini almıştı bile..Aldığımız mantarların içerisini alıp içine kaşarı yerleştirdim ne pis gurmeyim amaJ Kahvaltıda kaşarlı mantar yiyoruzJ Güzel bir kahvaltı sefasından sonra tavla ve pişbilik turnuvaları hamak muhabbetleri ve gölün etrafını gezme olayına girdik..Ben her bulduğum ağaç kovuğuna yerleşip dinleniyordum.Sanki biri omuriliklerimi hüpletmiş sırtımda hiç kemik yokmuş gibi heryere uzanıyordum.Kronik yorgundum..

O arada günübirlik turcular geliyordu.Bir kadın matinesi ekibi geldi allah en son onlarla bi ara elimde tef yandan güzelim yandan diye oynuyordum bi an şöyle bir baloncuk oluştu kafamda ve senaryoyu yazdım anında herifi boşamışım çocukları okutmusum gene kedilerle yaşayan dernek vb yerlerde yönetici olan emekli teyzelerden olup böyle günü birlik turlara katılan bir turuncu olduğumu görür gibi oldum elimdeki tefle baloncuğu patlatıp tefi teyzeye verip depar atarak uzaklaştım ordan.





 



Sonra yürüyüş..Yürüyüş sonrası hava bozdu..Ve yağmur başladı..O anda profesyonel fotograf makinasına ihtiyaç duydum. O kadar güzel bir görüntü vardı ki.Gölün üstüne düşen damlalar ve o damlaların yarattığı dalgalar o kadar uyum içinde dağılıyorlardı ki o çemberlerden birinde kaybedebilirdi insan kendini..Yağmurun yağışıyla öyle bir hüzün bastı ki..Bir kısmımız lüküüüüs lambalarını alarak pişbiliğe devam etti. Bir kısmımız yağmurda gezmeye..Beni bi anda yalnız kalma isteği sarıp sarmaladı..Aldım elime biramı indip gölün kıyısına..Yağmurda hafiflemişti ama yer yer çiseliyordu. Kapşonu da çekince kafama girdim tam moda..Bi süre sonra gölün karşı kıyısından tok ve gür sesli birinin ve telli kuranımızdır bizim dediğimiz bağlamanın sesi çalındı kulağıma.Hipnoz olmuş şekilde elimde biram gölün o tarafına doğru yürümeye koyuldum ama yürüdüğümün farkında değildim.O sesten şu sözler dökülüyordu..

“Yasayanlar bir gün ölür 
Bir gün ölür elbette 
Agaçlarla baliklarla 
Kuslarla ben amenna 
Aglayanlar bir gün güler 
Bir gün güler elbette 
Uyanmakla anlamakla 
Bilmekle ben amenna 
Kisa çöp uzun çöpten 
Hakkini alir elbette 
Direnmekle kurtulmakla 
Barisla ben amenna”
Bilen bilir bu sözler Hasan Hüseyin Korkmazgil şiiri..Ahmet Kaya’da çok iyi seslendirmiştir bu sözleri..Ormanın kuytuluklarından bir ses bu şiire can vermiş seslendiriyor nasıl ayaklarım beni götürmez oraya.Hasan Hüseyin Korkmazgil'in tüm şiirleri bestelense keşke..Oğlunun adının temmuz oluşunu ayrı kıskanırım zaten..Neyse bir solukta buldum kendimi orda..Biraz daha yaklaşınca yanlarına direk abi sen naptın ya karşı kıyıdan beni getirttin buraya bağlamanın sesini duyar duymaz yemeğin kokusunu alan sincaplar gibi geldim dedim gülümseyip davet ettiler ben rahatsız etmeyim 1-2 parça yakından dinleyip geri döneyim dedim hayhay dedi orta yaşlı göbekli güzel sesli abi. Ve vurdu bağlamanın teline
 


 Eğin dedikleri küçük bir şehir
Ana ben cahilem çekemem kahir
Yediğim içtiğim ağuyla zehir

Ya ben ağlamayım kimler ağlasın
Bu garip gönlümü kimler eğlesin

Fırat kenarında kayık değilem
Senden ayrılalı ayık değilem
Bir çift selamına layık değilem

Engel yavrum engel Eğinli misin
Sılaya gelmeye yeminli misin

Eğin viran olmuş baykuşlar öter
Diken olan yerde güller mi biter
Benim bu derdime derman mı yeter

Ya ben ağlamayım kimler ağlasın
Bu garip gönlümü kimler eğlesin

Her sabah her sabah okunur ezan
Takatım gelmiyor gurbeti gezem
Okumuş değilem bir name yazam

Engel yavrum engel Eğinli misin
Sılaya gelmeye yeminli misin

Bir su ver de içem altın tas ile
Ben yarimi aldım ne heves ile
Geçti cahil ömrüm kara yas ile

Ya ben ağlamayım kimler ağlasın
Bu garip gönlümü kimler eğlesin

Dedikten sonra beni iyice bastı bir efkar ama belli etmemeye çalışıyorum ama neye efkarlandığımı bilmiyorum…Abimin yanında eşi var sanırım şarabından bir kadeh daha doldurup veriyor bir yudum aldıktan sonra tekrar başlıyor bu parçayı diyor kazım koyuncu için çalıyorum dağlarda kar sesi var lo tavlada zar sesi var kurban olam şavşata da içinde yar sesi var diyerek beni başka dünyalara salıyor biramda ki son yudumu da kafaya dikip teşekkürlerimi saygılarımı sunarak golü dolanmaya devam ediyorum. tek başıma dolanırken hala dilimde zeytin yaprağı yeşil dibinde kahve pişir benden sana yar olmaz da aklına başına devşir söyleye söyleye elimde yaşlı nenelerin ellerindekine benzer bir değnek var. değnekten yardım ala ala tüm gölü dolanmıştım..Çadırımın yanına geldiğimde yağmur tekrar bastırdı yağmurluğu giyip koşup çeşmenin altındaki rakıyı kapıp getirip doldurdum çay bardağına su katmadım iki dakikaya çay bardağımı dolduran yağmur suyu bardağı doldurmuştu..Rakının beyazı bana masum bir bir kız çocuğunun gözlerini andırıyordu.Kendime yeten sesimle parsel parsel eylemişler dünyayı bir dikili taştan gayrı nem kaldı diye girdiğimde yağmurluğunu ve çay bardağını kapan geliyor masaya..türküyü hep bir ağızdan yağmurun altında söyleyerek, rakıyı da türküye meze yaparak ,yağmuruda rakının mezesi yaparak tamamladık..Sonradan yakaladığımız balıkların da kapalı ocakta pişirilip gelmesiyle tamamlanmıştık. Bu tamamlanma başka tamamlanmaydı..Eksik olan şeylerimize hüzünlenip içlenirken bu tamamlanmayı yaşıyorduk bir taraftan da..

Başlattığım rakı faslından sonra çakır keyif halde çadırıma doğru yürümeye başladım zifiri karanlıkta sadece yolumu aydınlatan bir el feneriydi.Ara Ara başımın üstünden uçuşan yarasa kardeşler yüzünden kafamı eğmek durumunda kalıyordum işte o eğişlerde başımın döndüğünü hissediyordum..


Çadıra varıp battaniyeye sarmalandığımda yağmur hızlandı.. çadırın üstüne düşen yağmur sesiyle aklımda bu sefer binbir düşünceyle uyumaya çalışıyordum..Hayatımı tek kişilik bir çadırın içerisinde zifiri karanlıkta çakır keyif dönen bir başla yağmurun sesiyle tilkilerin gürültüsüyle uzaklardan gelen şakalaşma sesleriyle sorguluyordum..Ne gereği var şimdi diyordum kendi kendime ama beynimin gene kontrolü kaybettiği bir ana girdiğimi hissediyordum..Aklıma ilginç sorular ve ilginç cevaplar geliyordu..Mesela bunlardan biri iki gündür doğanın içerisinde yaşamışlığın vermiş olduğu duruma dayanarak ethem’in ethem yoldaşın babası geldi aklıma gecenin bi yarısında o çadırın içerisinde niye geldi aklıma bilmiyorum uzamış o sakalıyla insanlardan uzak o yaşantısıyla oğlunu gömmenin acısını yaşayarak modern hayatı reddeden o babayı düşündüm mesela kendimi onun yerine koydum cevaplar aradım vs düşündüğüm şeylerden biriydi..Sonra kendimi niyeyse karadeniz bilemedim niye öyle düşlemişim karadenizin bir yaylasında tek basıma yaşadığımı düşündüm serenderimi, dağlardan kalkan sisi, sobanın üstünde gece gündüz kaynayan güğümün içindeki suyu falan düşünüyordum..En son düşümde ki kaynayan suyun fokurdusuyla uyuyakalmışım..


Sabah mangalda sucuk kokusuyla uyandım..Ekmek sucuk yiyip ve közde çayı içtikten sonra yeşil rüyadan uyanmanın vaktinin geldiğini anlayıp çer çop ne varsa toplayıp bozkırımıza döndük..ve yine yeniden merhaba ankara dedim melih gökçeğe rağmen bitmeyen metrolarına rağmen yarın gideceğim o aptal işyerine rağmen merhaba dedim..


Eğer kedilerimi özlemiş olmasaydım istanbul sapağına sapıp bir balık ekmeğini yemeye geldim lan istanbul diyerek gece de dönmeyi düşündüm bi an ama işte kedi annesi olmak kolay değil yavru hasreti diyerekten döndük kürkçü dükkanımıza..

Hiç yorum yok:

Popüler Yayınlar