Gene
bir hafta ortası ortaya atılan bir ankara dışı gezisinin içine
düştüm.Çarşambadan yedigöllere gidelim diye kararlaştırmıştık. Normalde günü
birlik gidip gelmiştim bir kere ama yol çok yorduğu için göze alamamıştım bir
daha. Neden mi şundan dolayı efendim. Yedigöllere ulaşmanın iki yolu var. Biri
bolu üzerinden diğeri ise mengen üzerinden..Bolu üzerinden yedigöllere 42 km yol var ama şimdi aman ne var be ya
yarım saatlik yol dediğinizi duyar gibiyim ama boş konuşmayınJ o yarım saatlik yol
oluyor size 2.5 saatlik yol..Yol mucur ve topraklık..Bir sürü tümsek var
gidilebilecek bir yol değil. Her zorluğun sonucunda yedigöller gibi bir cennete
ulaşıyorsunuz ama kelimenin tam anlamıyla pert oluyorsunuz hem siz hem de
arabanız..Bolu üzerinden müthiş manzaralar eşliğinde gidiyorsunuz onu da
söylemeden geçemeyeceğim.
Ama
mengen üzerinden sadece 12 km topraklık yol ve boluya göre daha düzgün bir
yol..Ağaçların yaprakları gökyüzünü sarıp sarmalamış güzel bir patikadan
ulaşacaksınız yedigöllere..
Yedigöller’de
otel vs aramayın yok zatenJ Sadece mengen
üzerinden gelirken yazıcı köyünü geçtikten sonra hindiba pansiyon var onu da
önceden arayıp yer ayırt etmeniz gerek.
Gel
gelelim bizim yolculuğa..Yaptığımız eksiksiz listeye güvenerek yola
koyulduk.İlk sinirimizi bozan şey arabanın cd çalarının bozulması oldu. O kadar
cd doldurmuş bu yol için ve cd çalar bozuk..ilk 10 dakika bu şoku atlamadık ama
sonradan iyi ki bozulmuş dedik zira seslerimizin hangi şarkıya daha çok
gitttiğini, ne kadar çok şarkı türkü ezberimizde olduğunu, otobanda bağıra çağıra türkü söyleyip ritim
tutmamıza sebep olmuştur bu durum ..demek ki olumsuz bir olaydan güzel
derslerde çıkarılabilirmiş.
Gel
gelelim ki cd çalar yedigöllere girerken çalışmaya başladı ferhat tunç’un eski
şarkılarından oluşan bir cd vardı içinde..Yedigöllere girerken ferhat tunç’un gençliğinde ki munzur gibi
akan ah istanbul yaşanmıyor sesiyle yedigöllere giriş yaptık. Zaten yorulmuştum
araba kullanmaktan bir de bu güzel
manzarayı video alabilmek için geçtim copilot koltuğuna..Sonunda varabildik
Her anadolu insanının yaptığı gibi tabele önünde resimler çekildim.
Yol
boyu yer yer derenin sesiyle yada kurduğum hayallerle gelmiştim işte bu cennet
koyuna..Yedi tane göl..Bilindiği üzere heyelan sonucu oluşmuştur.Kayan kütleler
in vadilerin önlerini kapatmasıyla oluşmuştur. Yani gördüğünüz de iyiki kaymış
bu kütleler yav diyerek içinizden böyle değişik bir düşünce geçirebilirsiniz.
Bu göllerin ismini aklınızda tutmak zorunda değilsiniz ama birine sayarken çok
havalı oluyor. Hangi göller vardı orda diye bir soru geldiğinde ne bileyim yav
7 tane göl cevabı yerine Sazlıgöl,İncegöl,Küçükgöl,Büyükgöl, Deringöl,Kurugöl ve Seringöl olarak cevapladığınızda karizmatik cevaplar hanenize bir çentik
atılmış oluyor.

![]() |
Konuşma yaparken elim belimde! |
Evet
nerde kalmıştık..Şöyle bir etrafı kol açan ettikten sonra en güzel nereye kamp
kurulabilir keşfine çıktık. Benim keşif tipim görülmeye değerdi.Dudağımın
ucunda yarım yanmış külü düşmek üzere olan bir puro sanki amerika’yı keşfetmiş
edasıyla hah burası güzel burası olur nidalarıyla herkesi başıma topluyorum.
Zira övünmek gibi olmasın genelde oymakbaşı benimdirJ
Bulduğum
yer ocağa yakın çeşmeye yakın göle yakın hamaklık ağaçların olduğu ve çadır
için uygun zemin olduğu gerçeklerini kürsüye çıkmış icraatlerini anlatan
milletvekili gibi anlatıyorum. Konuşmam alkışlarla bölünse de ara ara sonuç
itibariyle oraya konuşlandık. Kamp yeri bulduk diye horona duran arkadaşlar
vardı aramızdaJ

Şöyle
bir gerinip güzel bir salata hazırlamaya koyuldum. 1 saat içerisinde soframız
hazırdı..Gece boyunca muhabbet sohbet yemek içmek derken geceyi yarılamışız.
Çadırlarımız mavi olduğu için ormanın kuytuluklarındaki şirinler köyü gibi
görünüyordu uzakta ki görüntümüz.
Çadıra
girdiğimde sadece kurtların sesi sincapların sesi yarasaların çadırın üstüne
yansıyan uçuş dansını izleyerek ve aklımda tek bir düşünce dahi olmadan uykuya
dalmışım.




Sonra
yürüyüş..Yürüyüş sonrası hava bozdu..Ve yağmur başladı..O anda profesyonel
fotograf makinasına ihtiyaç duydum. O kadar güzel bir görüntü vardı ki.Gölün
üstüne düşen damlalar ve o damlaların yarattığı dalgalar o kadar uyum içinde
dağılıyorlardı ki o çemberlerden birinde kaybedebilirdi insan kendini..Yağmurun
yağışıyla öyle bir hüzün bastı ki..Bir kısmımız lüküüüüs lambalarını alarak
pişbiliğe devam etti. Bir kısmımız yağmurda gezmeye..Beni bi anda yalnız kalma
isteği sarıp sarmaladı..Aldım elime biramı indip gölün kıyısına..Yağmurda
hafiflemişti ama yer yer çiseliyordu. Kapşonu da çekince kafama girdim tam
moda..Bi süre sonra gölün karşı kıyısından tok ve gür sesli birinin ve telli
kuranımızdır bizim dediğimiz bağlamanın sesi çalındı kulağıma.Hipnoz olmuş
şekilde elimde biram gölün o tarafına doğru yürümeye koyuldum ama yürüdüğümün
farkında değildim.O sesten şu sözler dökülüyordu..
“Yasayanlar bir gün ölür
Bir gün ölür elbette
Agaçlarla baliklarla
Kuslarla ben amenna
Aglayanlar bir gün güler
Bir gün güler elbette
Uyanmakla anlamakla
Bilmekle ben amenna
Kisa çöp uzun çöpten
Hakkini alir elbette
Direnmekle kurtulmakla
Barisla ben amenna”
Bir gün ölür elbette
Agaçlarla baliklarla
Kuslarla ben amenna
Aglayanlar bir gün güler
Bir gün güler elbette
Uyanmakla anlamakla
Bilmekle ben amenna
Kisa çöp uzun çöpten
Hakkini alir elbette
Direnmekle kurtulmakla
Barisla ben amenna”
Bilen bilir bu sözler Hasan Hüseyin Korkmazgil şiiri..Ahmet Kaya’da çok iyi seslendirmiştir bu sözleri..Ormanın kuytuluklarından bir ses bu şiire can vermiş seslendiriyor nasıl ayaklarım beni götürmez oraya.Hasan Hüseyin Korkmazgil'in tüm şiirleri bestelense keşke..Oğlunun adının temmuz oluşunu ayrı kıskanırım zaten..Neyse bir solukta buldum kendimi orda..Biraz daha yaklaşınca yanlarına direk abi sen naptın ya karşı kıyıdan beni getirttin buraya bağlamanın sesini duyar duymaz yemeğin kokusunu alan sincaplar gibi geldim dedim gülümseyip davet ettiler ben rahatsız etmeyim 1-2 parça yakından dinleyip geri döneyim dedim hayhay dedi orta yaşlı göbekli güzel sesli abi. Ve vurdu bağlamanın teline
Eğin dedikleri küçük bir şehir
Ana ben cahilem çekemem kahir
Yediğim içtiğim ağuyla zehir
Ya ben ağlamayım kimler ağlasın
Bu garip gönlümü kimler eğlesin
Fırat kenarında kayık değilem
Senden ayrılalı ayık değilem
Bir çift selamına layık değilem
Engel yavrum engel Eğinli misin
Sılaya gelmeye yeminli misin
Eğin viran olmuş baykuşlar öter
Diken olan yerde güller mi
biter
Benim bu derdime derman mı
yeter
Ya ben ağlamayım kimler ağlasın
Bu garip gönlümü kimler eğlesin
Her sabah her sabah okunur ezan
Takatım gelmiyor gurbeti gezem
Okumuş değilem bir name yazam
Engel yavrum engel Eğinli misin
Sılaya gelmeye yeminli misin
Bir su ver de içem altın tas
ile
Ben yarimi aldım ne heves ile
Geçti cahil ömrüm kara yas ile
Ya ben ağlamayım kimler ağlasın
Bu garip gönlümü kimler eğlesin
Dedikten sonra beni iyice bastı
bir efkar ama belli etmemeye çalışıyorum ama neye efkarlandığımı
bilmiyorum…Abimin yanında eşi var sanırım şarabından bir kadeh daha doldurup
veriyor bir yudum aldıktan sonra tekrar başlıyor bu parçayı diyor kazım koyuncu
için çalıyorum dağlarda kar sesi var lo tavlada zar sesi var kurban olam
şavşata da içinde yar sesi var diyerek beni başka dünyalara salıyor biramda ki
son yudumu da kafaya dikip teşekkürlerimi saygılarımı sunarak golü dolanmaya
devam ediyorum. tek başıma dolanırken hala dilimde zeytin yaprağı yeşil dibinde
kahve pişir benden sana yar olmaz da aklına başına devşir söyleye söyleye elimde
yaşlı nenelerin ellerindekine benzer bir değnek var. değnekten yardım ala ala
tüm gölü dolanmıştım..Çadırımın yanına geldiğimde yağmur tekrar bastırdı
yağmurluğu giyip koşup çeşmenin altındaki rakıyı kapıp getirip doldurdum çay
bardağına su katmadım iki dakikaya çay bardağımı dolduran yağmur suyu bardağı
doldurmuştu..Rakının beyazı bana masum bir bir kız çocuğunun gözlerini
andırıyordu.Kendime yeten sesimle parsel parsel eylemişler dünyayı bir dikili
taştan gayrı nem kaldı diye girdiğimde yağmurluğunu ve çay bardağını kapan
geliyor masaya..türküyü hep bir ağızdan yağmurun altında söyleyerek, rakıyı da
türküye meze yaparak ,yağmuruda rakının mezesi yaparak tamamladık..Sonradan
yakaladığımız balıkların da kapalı ocakta pişirilip gelmesiyle tamamlanmıştık.
Bu tamamlanma başka tamamlanmaydı..Eksik olan şeylerimize hüzünlenip içlenirken
bu tamamlanmayı yaşıyorduk bir taraftan da..
Başlattığım rakı faslından
sonra çakır keyif halde çadırıma doğru yürümeye başladım zifiri karanlıkta
sadece yolumu aydınlatan bir el feneriydi.Ara Ara başımın üstünden uçuşan
yarasa kardeşler yüzünden kafamı eğmek durumunda kalıyordum işte o eğişlerde
başımın döndüğünü hissediyordum..
Çadıra varıp battaniyeye
sarmalandığımda yağmur hızlandı.. çadırın üstüne düşen yağmur sesiyle aklımda
bu sefer binbir düşünceyle uyumaya çalışıyordum..Hayatımı tek kişilik bir
çadırın içerisinde zifiri karanlıkta çakır keyif dönen bir başla yağmurun sesiyle
tilkilerin gürültüsüyle uzaklardan gelen şakalaşma sesleriyle sorguluyordum..Ne
gereği var şimdi diyordum kendi kendime ama beynimin gene kontrolü kaybettiği
bir ana girdiğimi hissediyordum..Aklıma ilginç sorular ve ilginç cevaplar
geliyordu..Mesela bunlardan biri iki gündür doğanın içerisinde yaşamışlığın
vermiş olduğu duruma dayanarak ethem’in ethem yoldaşın babası geldi aklıma
gecenin bi yarısında o çadırın içerisinde niye geldi aklıma bilmiyorum uzamış o
sakalıyla insanlardan uzak o yaşantısıyla oğlunu gömmenin acısını yaşayarak
modern hayatı reddeden o babayı düşündüm mesela kendimi onun yerine koydum
cevaplar aradım vs düşündüğüm şeylerden biriydi..Sonra kendimi niyeyse
karadeniz bilemedim niye öyle düşlemişim karadenizin bir yaylasında tek basıma
yaşadığımı düşündüm serenderimi, dağlardan kalkan sisi, sobanın üstünde gece
gündüz kaynayan güğümün içindeki suyu falan düşünüyordum..En son düşümde ki
kaynayan suyun fokurdusuyla uyuyakalmışım..
Sabah mangalda sucuk kokusuyla
uyandım..Ekmek sucuk yiyip ve közde çayı içtikten sonra yeşil rüyadan uyanmanın vaktinin
geldiğini anlayıp çer çop ne varsa toplayıp bozkırımıza döndük..ve yine yeniden
merhaba ankara dedim melih gökçeğe rağmen bitmeyen metrolarına rağmen yarın
gideceğim o aptal işyerine rağmen merhaba dedim..
Eğer kedilerimi özlemiş
olmasaydım istanbul sapağına sapıp bir balık ekmeğini yemeye geldim lan
istanbul diyerek gece de dönmeyi düşündüm bi an ama işte kedi annesi olmak
kolay değil yavru hasreti diyerekten döndük kürkçü dükkanımıza..