Cuma, Aralık 27

"Karadır Kaşların Ferman Yazdırır" türküsünün hikayesi..



Bu türküyü ayrı severim..Bir anda hiç bir neden yokken ıslıkla çalmaya başlar sonra da türküye giriş yaparım..Bazen rakıya en güzel meze olur Müzeyyen Senar'ın sesinden..Bana göre en güzel Grup yorum söyler o ayrı..."yaramı sarmaya yar kendi gelsin" derken kim hüzünlenmemiştir ki..Neyse üstüne daha fazla kelam etmeye gerek duyulmayan türkülerden..Buyrun efenim hikayesine..




Karadır kaşların ferman yazdırır,
Bu aşk beni diyar diyar gezdirir,
Lokman Hekim gelse, yaram azdırır,
Yaramı sarmaya yar kendi gelsin.

Karadır Kaşların Ferman Yazdırır türküsünün kahramanı MUSTAFA TUNA ile 14 ARALIK 2002 tarihinde SEYİTGAZİ ‘deki evinde DSP Eskişehir Milletvekili NECATİ ALBAY ile birlikte yaptığım söyleşi...Mustafa TUNA ,astım hastası..Zor nefes alıyor,arada bir yanındaki astım ilacı aletinden nefes çekiyordu. Zaman zaman konuşurken zorlandı.

-Sayın Mustafa Tuna yıl 1944...Siz Seyitgazi’lisiniz, komşu kızına tutuluyorsunuz. Ama babanız evlenmenize karşı çıkıyor. Neden?
-Kızın babası Rum'dan dönme idi Babam ‘Ben soyuma Rum kanı katmam’ diye itiraz etti. Kanımıza karışmasın dedi. Belki de isabetliydi. Düşüncesi öyleydi. Ama gönül ferman dinlemediği için, biz kızı kaçırmak zorunda kaldık.

-Nasıl ve kiminle kaçırdınız?

-Arabacı Raşit vardı. Arkadaşımdı. Kız nişanlanınca, biz Raşit’in arabasıyla kaçırmaya karar verdik. Benim aracı kadınlarım vardı. Haber getirip götüren... Onlardan kızın ertesi gün çeşmeye geleceğini öğrendim. Bir yandan da kızın kına hazırlığı var. Bu iş bitiyor, biz bunu önleyelim dedik. Kızın eviyle, Kuruçeşme arasında dar bir sokak var. Arabayı sokağın başına çektik. Birgün önceden de atları nallatmışız. Herşey hazır. Kız testileri su doldurup, omuzuna almış. Sokak dar kaçacak-göçecek yer yok. Sabahın da körü... Saat 7-8 gibi. Kızı yakaladım. Duvara çarptım. Omuzundaki su testileri kırıldı. Kucaklayıp arabaya attım. Atları kırbaçladık. Yola koyulduk. Kalabalık bir gündü. Arabacı yolu şaşırdı. Planladığımız yola gitmedi. Eskişehir yoluna saptı. Zaten arabacı Raşit saralıydı. Nöbeti tuttu, titriyor. Kız bağırıyor. Bir elimle kızın ağzını kapatıyor, ötekiyle Raşit’i tutuyorum. Yuları kavrayıp, atların sırtına bineceğim ama, bu defa ötekiler arabadan düşecekler. Atlar başı boş koşuyorlar. Aniden bir de karşıdan kamyon çıktı. Eskişehir tarafından geliyor. Kamyonu gören atlar ürktü, anayoldan çıkıp, orman yoluna saptı araba.

-Ve ormanların gümbürtüsü başladı. Hangi ormandı bu?


-KIZILTEPE ORMANI diyoruz. Şu karşıdaki orman, Eskişehir yolunda. Atlar ormanın içine daldı. O arada millet de peşimize düşmüş... Jandarma süvarisi bir yandan çevirdi; kızın nişanlısının akrabaları öte yandan. Üstümüze geldiler. Nihayet arabayı çevirdiler. Teslim olmak zorunda kaldık.

-Alıp götürdüler sizi...

-Götürdüler, tevkif ettiler..27 gün yattım. Sorgu hakimi samimi bir arkadaşımdı. Ben o zamanlar Halkevi çalışmalarına katılıyorum. Oradan tanışıyoruz. Beni hapishane bahçesinde volta atarken görmüş, işaret etti bana. ‘Hayrola n’apıyorsun orada?’ diye sordu. Ben de ellerimi üstüste çaprazlayıp, tevkif edildim dedim. Gardiyanı gönderdi ‘yaz, tahliyemi istiyorum de’ dedi. Yazdım, imzaladım. ‘Sen aşağı in. Şimdi seni bırakacaklar’ dedi. Aşağı indim, beni tahliye ettiler. O zaman sorgu hakiminin yetkisi vardı. Ben tahliye oldum. Ama mahkeme devam ediyor. Dosya ağır cezaya, Eskişehir‘e gönderildi. Duruşmaya çağırdılar. Mahkemeye gittim. İlk duruşmada beni tevkif ettiler.

-Suç kız kaçırma tabii ki ? 

-Evet evet. 431’e 62 inci madde gereğince dava açıldı. Mahkeme devam ediyor. İkinci duruşmaya kardeşimle babam, RAZİYE’yi de getirdiler.

-Babanız araya girdi yani?

-Evet, babam araya giriyor, kızın ifade vermesini istiyor. Alıp mahkemeye kızı getiriyorlar. ‘Ben gönlümle gittim. Beni kaçıran olmadı. Yaşım küçüktü,beni zorla evermek istediler, ben de Mustafa’ya rızamla kaçtım. Zorla filan götürülmedim.’ Bunlar zapta geçti. Savcı itiraz etti: ‘Kızın yaşı küçük, tanıklığı geçerli değil‘ dedi. Ben de ‘Sayın yargıç, akit kişiyi reşit kılar. O zaman küçüktü ama, olay olmuş. Kişi reşit sayılır ‘ dedim. Beraatimi ve tahliyemi istedim. İçeri girdiler, bir saat kadar kaldılar. Sonra kararı açıkladılar. Bir seneye mahkum edildim. Yalnız bu arada bir şey anlatmam gerek KARAKULAK diye biri var Seyitgazi’de... Varsıl. Benim onunla bir meselem var. Ben ilk 27 gün yatıp çıktığımda, peşime adam takıyor...Beni vurdurtmak istiyor. Adamın birine yüz lira veriyor. O da benim arkadaşımdı. Gelip bana durumu anlattı. Biz o yüz lirayla,gidip güzel bir rakı içtik. Sonra Karakulak’ı yolda çevirip rezil ettim. Beni vurdurtmak için verdiği yüz lirayla içki içtiğimizi söyledim. Boynuma sarıldı, gönlümü aldı. Dayı yeğen olduk. Aramız iyileşti. Ama sonradan öğrendim ki, bir senelik tevkifatımda onun parmağı var. Benim ceza almam için mahkemeyi etkilemiş. Yıl 1944, tek parti dönemi...Bu tür şeyler kolay oluyordu. Velhasıl biz bir yıl yatacağız. Ben temyiz ettim, fakat savcının kızı da mahkeme kaleminde memur olarak çalışıyor. Kayıttan geçirdiğim dilekçeyi, temyize göndermiyor. Ama dilekçenin tarih ve numarası elimde var. Bana karar tebliğ ediliyor, bakıyorum temyiz isteğim yok...Yazmamışlar. İtiraz ettim. Elimdeki tarih-numarayı gösterdim. Zaten tahliyeme iki ay kalmış. Gardiyana on lira verdim, yeni yazdığım dilekçeyi bakanlığa gönderdim. Tahkikat açıldı, müfettiş geldi. Haklı çıktım ama, bir sene yattım.

-Siz bu arada olayı türküye mi döktünüz?

-Ben Seyitgazi’deki ilk yirmi yedi günlük hapisliğimde, sazla türküyü söylemeye başlamıştım. Hapishaneden, dışarıya taştı türkü... Bütün Eskişehir’in dilinde. Öyle meşhur oldu ki türkü, Eskişehir yıkılıyor. Hapishanede berber Gazi vardı, idamlık. Seyitgazi’den. O beni koruyor. Kimse bana dokunamıyor hapishanede. Tatarlar var. "Leylalar" diye bir türkü söylüyorlar. Cümbüşün bini, bir para. Bizim türkü de her tarafa yayıldı. Ben günümü tamamlayıp çıkacağım sırada, Hakkı Efendi, yani kızın babası haber gönderiyor, "tahliye olduğunda doğruca bizim eve gelsin görüşelim" diyor. Ama babam kabul etmiyor. Ben babamı karşıma alıp da onlara gitmedim. 

-Yani görüşmediniz...


-Ben kızla görüşüyorum, ama babasına gitmedim. Hatta hiç unutmuyorum, aracılar vasıtasıyla kız bana bir çevre göndermişti. Baktım olmayacak, babam reddediyor, 1948‘de terk-i diyar eyleyip, Ankara’ya gittim. Orada iş bulup çalıştım. İnşaatlarda çalıştım, taşeronluk yaptım.

-Eşiniz Hikmet Hanımla nasıl tanıştınız?

-Benim çalıştığım insanların akrabası idi. Her zaman görüyordum. Kısmetmiş, istettim evlendik.

-Şimdi şunu öğrenmek istiyorum 'Karadır Kaşların Ferman Yazdırır Türküsü' bu anlattığınız yaşam öykünüzün yansıması mı? Yani size ait değil mi?
-Bestesi de güftesi de bana ait.

-Başka türkü yaktınız mı?
-Şiirlerim çok, ama başka türküm yok.

-Bu türkü çok tutuldu. Herkes kendinden bir parça buluyor bu türküde... Öğrenmek istiyorum ‘Karadır Kaşların Ferman Yazdırır’ ne demek sizce?
-Yani hatıra yazdırıyor demek.

-Kaşları kara mıydı?

-Karaydı, çok da güzeldi rahmetli canım ...(Burada Mustafa Tuna’nın gözleri doluyor... Ağlamaklı oluyor)

-‘Bu aşk beni diyar diyar gezdirir’...
-Gezdirdi, uzun yıllar gurbette yaşadım. Yirmi iki yıl Seyitgazi’ye hiç gelmedim...

-‘Lokman hekim gelse, yarem azdırır’...

-Çare yok yani...

-Çare yok ‘Yaremi sarmaya yar kendi gelsin’

-Çok sözleri var türkünün ...Ama unutmuşum.

‘Anası Ümmü de babası Hakkı,
Bizi ayırmaya var mıydı hakkı,
Kuruçeşme suyu çağlayıp akar,
Anası çıkmış da yollara bakar.’

-Anasının adı Ümmü, babasının adı da Hakkı mıydı?

-‘Ormanların gümbürtüsü başıma vurur, Sevdiğimin hayali karşımda durur.’ ne demek?

Atlar ormana girdi ya...Onu kastediyorum.

-‘Kızıltepe ardıçları sallanır, Birgün evvel atlarımız nallanır’. Bir gün evvel Raşit atları nallatıp, arabayı hazırlamış yani...Öyle mi?
-Evet evet...Kızıltepe ormanı da Eskişehir yolu üzerindeki orman...

-Sonra Hikmet Hanımla evlendiniz. Siz mutlu oldunuz, karşı tarafın durumu n’oldu?
-O çok üzgün öldü canım...

-Yakında mı öldü?

-1989’ın 21 Temmuz’unda öldü. Şu şiirle andım ben..

‘Açmış kollarını kara toprak,
Seni bağrına basmak için,
Niçin niçin niçin,
Çektiğin ızdıraplar için.’

(Sözün burasında Necati Albay, araya giriyor.)

-Mustafa Abi, senin türküde unuttuğun yeri ben hatırlatmak istiyorum.

‘Dolana dolana geldim bacana,
Çay mı demletirsin Kadir kocana,
Danıştın da mı geldin Sultan Elif Hocana
Ölüm ver Allahım, ayrılık verme’

-Bunlar kim?

-(Necati Albay) Kadir evlendiği adam, Sultan Elif de , Demirci Guru Memed’in kardeşi, aracılık yapıyormuş. 

-Benim yirmiyedi günlük hapisliğimde düğün yapıldı, evlendi. Altı ay, bir sene kocasıyla kaldı. Benim için ifade verdikten sonra, kocasının evine gitmedi, babasının evine döndü. İşte o zaman babası hapisten çıkınca doğru bize gelsin dedi. Resmen boşanmamışlardı; ayrıydılar. Babam da rıza göstermeyince ben buraları terkettim.

-Ne zaman terkettiniz; kaç yıl sonra döndünüz Seyitgazi’ye?

-1948 yılında terkettim; 1975 yılında döndüm. Çocukların çoğu gurbette doğdu. 

-(Necati Albay) Babasıyla küsken arada bir ‘Köylü Gazetesi’ gönderirdi Seyitgazi’ye. Beni de aralarına alırlardı, babası Ahmet Amca bana okuturdu gazeteyi. Mustafa Abi’nin haberini öyle alırdık.

-Mustafa Bey, siz uygar bir insansınız, türkü yakanların duygusallığı fazladır. Hayatını o türküye bağlar, etkisinden kurtulamaz. Ama siz bunları aşmışsınız. Mutlu bir evlilik yapmışsınız. Meslek edinmişsiniz. Yetişkin çocuklarınız var. Yaşamda başarılısınız. Ama burada benim öğrenmek istediğim şey şu; kızı başkasına zoraki vermeleri, babanızın da itirazı mı sizi etkiledi? Olayın nedeni bu mu yani?

-Evet.

-Kız ile sonra hiç karşılaştınız mı?

-Kocası öldükten sonra bir iki karşılaştık. Ailesiyle sürekli görüşüyoruz. Tabii konu hassas olduğu için kimse üstüne gitmiyor.

-Mustafa Bey, peki bu türkü burada, Seyitgazi‘de doğmuş, Zonguldak’a nasıl maledilmiş?
-Vallahi bilmiyorum ki...

-(Necati Albay) Ağabey benim hatırımda kalan şu; ben sana hatırlatayım da sen ne dersen de... Bu türküyü sen Zonguldak’ta çalışırken, hani orada bir yerde çalışmışsın ya!

-Bartın’da ...

-Hah!. Oralarda çalışırken, Zonguldak türküsü diye verdin. Buraya mal edilmesin, aileler üzülmesin diye. Benim hatırladığım, 1975’te sen buraya döndüğünde seninle konuştuk. O zaman sen bana böyle anlattın. 

-Bu hastalık bende unutkanlık yaptı. Birçok şeyi hatırlayamıyorum. Türkünün çok sözünü de unuttum. Hatıra defterim vardı. Onu da yaktım.

-Şimdi işi yerine oturtmak gerek. Bu türkü Seyitgazi’li iki gencin yaşadığı olay üstüne yakılmış. Olayın taze olması nedeniyle kimi ayrıntılar gizlenmiş. Ama artık olan olmuş, ölen ölmüş... Gerçek neyse ortaya çıksın. Türkü de doğduğu yere mal edilsin.

-Elli altmış sene geçti aradan. Ben yazdığım şeyleri hatırlamıyorum

-Bartın’da ne iş yaptınız?

-Tapu Kadastro’da çalışıyordum. Geçici görevle gittim. 1950’li yıllar olsa gerek. 

-Mustafa Bey, bu bir fikri ürün. Araba üretmek, tarlada bir şey yetiştirmek gibi... Fikir üretimi... Size ait olan bu ürünü başkaları sahiplenmiş. Hem de siz sebep olmuşsunuz. Allah gecinden versin size bir şey olsa, bina mal-mülk geçer gider. Ama bunlar kalıcıdır. Bunlarla anılırsınız.


-İşte bilmiyorum gayri... Benim adıma bir şey kaydettirmedim. Kimse üzülsün istemedim

(Necati Albay elindeki dizeleri okuyor.)

‘Minareye çıkıp bize baktılar,
Arkamıza candarmayı taktılar,
Arabada sarılıp da yattılar, 
Ölüm ver Allahım ,ayrılık verme.’

-Necati Bey daha iyi biliyor. Halka mal olmuş. Ben unutuldum artık, halkın oldu türkü.

-Necati Bey, siz bir ay öncesine, yani 3 Kasım 2002 seçimlerine kadar DSP Eskişehir Milletvekili idiniz. Benim de çok eski bir arkadaşımsınız. Bana da bu türküyü araştırmam için yardımcı oldunuz. Anlaşılıyor ki, ‘Karadır Kaşların Ferman Yazdırır’ türküsü, doğduğu yere mal edilmemiş. TRT kayıtlarında Zonguldak görünüyor. Oysa olay burada, Seyitgazi’de geçmiş. Sizin de çocukluk anılarınızda yeri var. Bana bu türkünün bu bölgeye ve Mustafa Bey’e ait olduğunu nasıl açıklayabilirsiniz?

-Şimdi Yaşar’cığım, Mustafa Abim, benim çok sevdiğim birlikte olduğum, beraber gün geçirdiğim bir kişi. Mustafa Abi yetişme çağında, Seyitgazi’yi terketti gitti. Nedeni bir kız kaçırma olayıdır. Mustafa Abi’nin babası ile de yakınlığım vardı. Zaman zaman bir araya geldiğimizde, 'Ah oğlum, benim bir oğlum var, şimdi buralarda değil’ der iç geçirirdi. 

-Bu olaya müdahalesinden ötürü üzüntü duyar mıydı?

-Duymaz mıydı? Ben gerçekten Mustafa Abi’yi çok merak ederdim. Onu tanımamıştım. Ama Ahmet Amca’nın anlatımından biliyordum. Nerede olduğunu bilmezdim. Ama zaman zaman ondan ‘Köylü Gazetesi ‘ gelirdi. Kahvede oturan ihtiyarlara gazeteyi okurdum. Yani benim bu aileyle böyle bir yakınlığım vardı. Bu Köylü Gazetesi, Ahmet Amca ile oğlu arasında ve bizler arasında bir iletişim aracıydı. Sonra aradan yıllar geçti, sanıyorum 70’li yıllardı. Mustafa Abi emekli oldu. Seyitgazi’ye geldi. Tanıştık. Bu şimdi içinde bulunduğumuz evleri yaptırdı. Buraya yerleşti. Dostluk öyle başladı. 

-Bu türkünün ona ait olduğu konusu...

-Bu türkünün ona ait olduğunu bilmeyen yoktur Seyitgazi’de... Türkünün sözlerinde geçen yerler de Seyitgazi’nin yer adlarıdır. Örneğin Kızıltepe, Eskişehir’den Seyitgazi’ye gelirken yol üstünde gördüğümüz tomruk yığılı tepenin adıdır. Ve de ardıçlar vardır. ‘Ardıçlık’ denir. Bu da geçiyor türküde. Kızıltepe’nin altında deve yolu vardır. ‘Develerin gümbürtüsü’ diye geçiyor. Eskiden deve kervanları bu yoldan geçerdi. Boyunlarında çanlar vardı. ‘Develerin gümbürtüsü , başıma vurur’ lafı da budur. Yani ‘Derelerin gümbürtüsü’ değil...’Develerin gümbürtüsü’ dür o. Ve bu da Kızıltepe’nin yanından geçen deve yoludur. Kahramanları belli olan ‘Karadır Kaşların’ türküsü Seyitgazi’de yaratılmış bir türküdür. Ama Mustafa Abi bunu kimseye zarar vermemek için geçici olarak çalıştığı Zonguldak’a maletmiştir. Çünkü aileler rencide olsun istemiyordu. Kız evlenmişti. Çocukları vardı. Böylece türkü oradan halka maloldu. Her Seyitgazi’li bu türkünün olayını bilirdi. Vaktiyle bu türkü radyodan çalınırken, Seyitgazi’liler olaya duydukları saygıdan ötürü radyolarını kapatırlardı. Yani sözün kısası bu türkü sazıyla, sözüyle Seyitgazi’lidir. Mustafa Abi’nin yaşam öyküsüdür.

-Peki Mustafa Bey sizin eğitiminiz neydi?

-Burada Seyitgazi’de o zaman ortaokul yoktu. İlkokulu burada bitirdim, Kalecik‘te ortaokul diploması aldım. Tapu Kadastro’ya girdim. Orada tekamül kurslarına devam ettim. Kademe kademe ilerleyip, tapu müdürlüğünden emekli oldum.1921 doğumluyum. 

-Mustafa Bey sizi bu hasta halinizde epeyce yorduk. Çok teşekkür ederim. Ama önemli bir saptama yaptığımıza inanıyorum. Eğer izin verirseniz, türkünün kimliğinin değişmesi için gerekli girişimleri yapacağım. MESAM ve TRT’ye bu anlattıklarınızı aktaracağım. Türk Halk Müziğimizin önemli ürünlerinden biri olan Karadır Kaşların Ferman Yazdırır türküsünün’nün asıl kaynağına, yani SEYİTGAZİ’ye ve şahsınıza kaydedilmesi için çaba göstereceğim.
-Kimseye zarar gelsin istemiyorum. Hatta kızın adı hiç geçmese iyi olur. Gerisi size kalmış, n‘aparsanız yapın


KARADIR KAŞLARIN FERMAN YAZDIRIR.

Karadır kaşların ferman yazdırır,
Bu aşk beni diyar diyar gezdirir,
Lokman Hekim gelse, yaram azdırır,
Yaramı sarmaya yar kendi gelsin.

Ormanlardan aşağı aşar geçerim,
Nazlı yari kaybettim ağlar gezerim
Ormanların gümbürtüsü, başıma vurur,
Nazlı yarin hayali karşımda durur.

Karadır kaşların benzer kömüre,
Yardan ayrılması zarar ömüre,
Kollarımdan bağlasalar demire,
Kırarım demiri, giderim yare.

Ormanlardan aşağı aşar giderim,
Nazlı yari kaybettim,ağlar gezerim,
Ormanların gümbürtüsü, başıma vurur,
Nazlı yarin hayali karşımda durur. 

Uzaklara gittim,gelirimdiye, 
Tabancamı doldurdum vururum 
Hiç aklıma gelmez ölürüm diye, 
Ölüm ver Allahım ayrılık verme.

Ormanlardan aşağı aşar giderim,
Nazlı yari kaybettim,ağlar gezerim,
Ormanların gümbürtüsü, başıma vurur,
Nazlı yarin hayali karşımda durur. 

Üç güzel oturmuş karaya bakmaz,
İnsan sevdiğini dilden bırakmaz,
Hey Allahtan korkmaz, kuldan utanmaz,
Gönül defterinden sildin mi beni.

Ormanlardan aşağı aşar giderim,
Nazlı yari kaybettim,ağlar gezerim,
Ormanların gümbürtüsü, başıma vurur,
Nazlı yarin hayali karşımda durur. 





KAYNAKLAR:
1-TRT Müzik Dairesi Y. THM Sözlü Eserler Antolojisi -2
Sayfa 519,Yöre Zonguldak,Kaynak: İ.Yeşilgül , Derleyen :A.Yamacı
2-TRT Müzik Dairesi Y.THM’den Seçmeler, 1998 2. Baskı
Sayfa 314,315 Yöre:Zonguldak, Kaynak: Feriha Özen, Derleyen : S.Yaver Ataman
3-Folklor ve Türkülerimiz, Mehmet Özbek Ötüken Y.2. baskı 1981,
Sayfa:175, Yöre: Giresun, Kaynak kişi: Feriha Kınalı



Kaynak:
Yaşar Özürküt
Öyküleriyle Türküler 4
İstanbul, 2003

Cuma, Ekim 4

Ezim Ezim Eziliyor Yüreğim..Türkü içinde türkü..Türkü içinde hayat hikayeleri..

Ezim Ezim eziliyor yüreğim..İnsan bu cümleyii biri göç ettiğinde, yada gittiğinde kurar değil mi? Boğazında yutkunamamanın verdiği bir ses tonuyla söyler..İşte bu cümlenin bir türküsü var ki söz kadar ağır..


Bu türküyü yakan kişi Zara'lı Halil Söyler..Lakaptan da anlaşılcağı üzere Halil Söyler Sivas'ın Zara ilçesinden..Vücudunun zayıf yapısı nedeniyle ince halil olarak bilinen bu sanatçı, küçük yaşta öksüz kalıp sivas yetiştirme yurduna yerleştirilmiş, saz çalmaya da burada başlamıştır.Acılar insanı sanata iter.Bunu bildim bunu söylerim.Acı çekmiş insan üretir.

Halil Söyler 27 aralik 1939 erzincan depremi icin öyle iç yakıcı bir türkü yapmıştır ki..Kalan müzik 2002 yılında arşivinden bulabilirsiniz..Eski bir kayıt olduğu için cızırtılı gelebilir.O türkünün linki http://www.izlesene.com/video/zarali-halil-soyler-kan-agliyor-erzincan/5815933

Sivas'lıların dediğine göre Zaralı Halil ve kızkardeşi Şakire Kösedağ'da türkü söylerken Zara ilçesinden sesleri işitilirmiş.Öyle ulu sesi varmış yani. Derler ki Zaralı Halil'in sülalesinin çoğunun sesi güzelmiş.

Bir ara nişanlanmış ama çok fakirmiş şöyle bir türkü yakmış kendi kendine;

terekte üzüm kara
iki elim yüzüm kara
ben yare gidemiyom
elim boş yüzüm kara

Ve evlendikten bir süre sonra eve uzun süre uğramamış eve devamlı dolaşmış yedi sene uğramamış derler evine, sonra duymuş ki hanımı ölmüş bunun üzerine de şöyle bir türkü yakmış;

kösedağ'da esen yeller
yağar yağmur akar seller
üç bacının bir kardeşi
gurbet elde ölmüş derler

ince bele gümüş kemer
benim yarim gelin kamer..

Ve söylentilere göre de çok içermiş rahmetli..İşte böyle bir adammış Zara'lı Halil Söyler..

Halil beyin bir arkadaşı varmış.Diyarbekir'li Celal Güzelses. İşte Ezim Ezim Eziliyor Yüreğim türküsünü bu arkadaşına yakar Halil Söyler..

Celal Güzelses kimdir peki.

Esas ismi Mehmet Celalettin olan Celal Güzelses'in babası derviş Hasanın vefatı ile annesi Latife hanım tarafından mahalle mektebine verilir. 1.Dünya savaşı yıllarında rüştiyenin lav edilmesi ile öğrenimini tamamlayamaz. Okula giderken 1913'ten 1921'e kadar Ulu cami'deki müezinlik görevini devam ettirir.

Celal güzelses 22 haziran 1943 tarihinde Diyarbakır Halk Musiki cemiyetini bir kaç arkadaşı ile birlikte kurar. 1950'de cemiyete yapılan resmi ödenekler ve belediye yardımlarının kesilmesi üzerine cemiyetten ayrılır. 1956 yılında kendisinden ayrılan arkadaşlarının Yıldız kulubünde toplanmasıyla Celal Güzelses sarsılır. Ulu cami baş müezzinliği için vilayete başvuruda bulunur. bu görevi 1956 yılından vefatına kadar (1 şubat 1959) devam eder.

Vefatına Diyarbakır halkı çok üzülür. naaşı Ulu camii'den Şeyhi Zeki Efendi'nin metfun bulunduğu kabrinin alt kısmına vasiyeti üzerine defnedilir.

Celal Güzelses'den yaklaşık olarak 46 türkü derlenmiştir. Derlenen bazı türküler:
ağlama yar ağlama, bülbülün kanadı sarı, dağlar dağımdır benim, esmerin ağı gerek, mardin kapı şen olur, nare esvap yıkıyor, vallahi o yardir...


Diyarbakır'lılar ise Celal beyi şöyle tanımlarlar. Mesleği muezzin olan sesi güzel bir kürt.. soyadi soununa "ses" getiren musikiciler kervaninin basindaki insan..Kurtulus savasi sirasinda, Ataturk'un Diyarbakir'i bir ziyareti sirasinda ezan okurken duydugu ve musikiyle ciddi olarak ilgilenmesi gerektigini soyledigi bir sahis. Celal bey, mutlu olsa da teklifi cok da ciddiye almaz. kendi kendi mahalli cevrede turku soylemeye, muezzinlik yapmaya, bir taraftan da devlet memurlugu yapmaya devam eder. Hafiz Burhan'i da andirir biraz sesi. 30'larin basinda diyarbakir'da ust duzey bir askerin yerel konusmayla dalga gectigi bir plak yapmasi uzerine, halk celal bey'i istanbul'a gidip plak yapmaya ikna eder. Sahibinin sesi'nden plak yapar. Ataturk'un icki sofrasina davet edilir, orada da turku soyler Ataturk'e.

Atatürk'le karşılaşması ise şöyledir: Hikayeyi Yrd. Doç. Dr. Ramazan Topdemir - Adıyaman Üniversitesi öğretim üyesinden alıntılıyorum.

"Mustafa Kemal paşa, diyarbakır’da bulunduğu sıralarda askerin bir kısmı deliller hanı’nda kalıyordu. dünya savaşı nedeniyle şehir, işgal altındaki bölgelerden, civar köylerden buraya göç etmiş fakir kimselerle dolmuş vaziyetteydi. memleketin zenginleri, çeşitli semtlerdeki camilerde kazanlarla yemek pişirterek fakir halka ve göçmenlere dağıtırlardı. bu arada mustafa kemal paşa’nın emirleriyle askerin karavanası dökülmez, fakirlere verilirdi.
bir gün akşamüstü paşa, atına binmiş seman köşkü’ne gitmekte iken deliller hanı karşısındaki hacılar harabesi’nde, bir asker karavanası etrafında kümelenmiş sekiz çocuk görür. çocuklar sekiz fakat kaşıkları bir tane. bu çocuklardan bir tanesi “ye” deyince, elinde kaşık bulunan çocuk karavanadan bir kaşık yemek alıp ağzına götürür. “ver” deyince, elindeki kaşığı yanındakine verir. böylece, sıra ile ve komutla yemek yiyen bu çocuklardan komut vereni paşa’nın dikkatini çeker, ilgilenir. kimsesiz fakat gayet zeki ve cevval olan bu çocuğu yanına alır. diyarbakır’dan ayrılırken beraberinde götürür.
diyarbakırlıların fahri hemşerisi mustafa kemal, celal güzelses’e sahip çıkar.
atatürk, diyarbakır’da ii. ordu komutanı iken henüz 17 yaşlarında bir genç olan celal güzelses’i birkaç defa konserinde dinlemiş ve kendilerine iltifat etmişlerdi. diyarbakır’ın tanınmış ses sanatçısı celal güzelses, diyarbakır türkülerinden oluşan bir dizi plak doldurmak üzere istanbul’a gelir. bu sıralarda dolmabahçe sarayı’nda bulunan atatürk, tarafından kabul edilir. atatürk, celal güzelses’ten iki güzel türkü dinler ve çok beğenir. daha sonra atatürk celal güzelses’e ‘şark bülbülü’ unvanını vererek meşhurlaştırır."

Celal Güzelses'in bir türküsü vardır ki bazen demlenirken dinlerim pek ağlatan cinsten.Türkünün adı Baba bugun dağda duman yeri var. Linki :http://www.youtube.com/watch?v=P6msV0IadUc


İşte Celal Güzelses'in hikayesi de bu..

Halil Söyler ve Celal Güzelses zaten dostlar.Onları yıllar sonra birleştiren nokta ise Celal Güzelses'in amansız hastalığı..Hasta olduğunu duyan dostu Halil Söyler son içki parasını dostunun durumunu sormak için Sivas'a gitmek için yol parası ve ptt'den çekeceği telgrafa verir.Halil söyler Sivas'tan Diyarbakır Valiliğine bir telgraf çeker. Celal Güzelses'in durumunu sorar..Ptt dönüşünde ise ona bu türküyü yakar..

Ezim ezim eziliyor yuregim vay
Çok yalvardim kabul olmaz dilegim vay
Ben aglarim doktor aglar, dert aglar
Harap oldum yari gordugum caglar

laleli sumbullum oyyy oyyy
ahhh ne guzel baglar

Telgrafin direkleri de dört olur vayyy
Sen aglama ciğerime dert olur vayyy
Ben aglarim doktor aglar dert aglar
Harap oldum yari gordugum caglar

lalelim sumbullum ahhh
ne guzel baglar

Bir tel verdim diyarbekirde valiye
Haber gelir carsambaya saliya oyy
Ben aglarim doktor aglar dert aglar
Harap oldum yari gordugum caglar

lalelim sumbullum ahhh
ne guzel baglar..


Bizler sevdiceğine iki güzel laf söylemekten aciz olan canlılar bazen böyle hikayeler okuyunca utanmamız gerektiğini düşünüyorum..Eskilerde yaşamayı istiyorum.Belki acı daha çoktu ama acının da dostluğunda gerçeği vardı..İnsan dostuna böyle güzel bir türkü yakabiliyor. İyi ki geçmişler bu dünyadan..Ruhları şad ola..

Grup Abdal'da bu türküyü gayet güzel yorumlamıştır.Yüreklerine sağlık.








Pazartesi, Eylül 9

BİR KIZ GÖZLERİ DÜNYA / KEÇİKEK Bİ ÇAVÊN WEK CİHAN..

Öyle demeyin dostlar kolay değil eşek gözlü olmak..Çocukken şeytan göz, kermit gözlü, kafam kadar gözlerin var ekekeke diye dalga geçilirdi..

Adımın didem olması sanırım ilginç bir tesadüf..Didem farsça'da gözüm anlamına gelir..Öyledir ki gözlerimle olan derdim hiç bitmez..Güneşe bakamam, ışıktan nefret ederim. Bıraksalar gece yaşarım. Vampirsin baykuşsun yarasasın ithamlarına maruz kalırım..Bir ara 6 ay gece olarak yaşanabilecek coğrafyaları araştırdı bu bünye..Bunların tek sebebi ışığa fazlasıyla hassas pörtlek gözlerimdir..Heryer de ışığı kapattırırım işyerinde perdelerin kapatılması sürekli tartışmalara yol açıyor..aile içerisinde kahvaltı yaparken perdeleri indirmem  sürekli gece kahvaltı yapıyoruz modlarına sokuyor insanları..Güneş gözlüklerine para vermekten bıktım..Bir de kullanabilsem her sene fix bir tane gözlüğü heder ederim.Ya düşürür kırar ya üstüne oturur ya da çantaya gelişigüzel attığım için kullanılamaz hale gelir. Yani anlayacağın ben bu gözlerimden şikayetçiyim hakim beğim.

Güzel yönleri yok mu diyorsunuz değil mi? Olmaz mı bakmayın şikayet ettiğim kadar işime de çok yaramışlardır..Ne ilginç insanın dünyayı önüne seren organlarından 3.çoğul kişi olarak bahsetmek..

Hayatı full hd gördüğüm için fazlasıyla dikkati gelişmiş bir insanım. aç parantez fazla dikkati gelişmiş insan demek çoğu şeyin farkında olan insan demektir. Çoğu şeyin farkında olan insan demek mutsuz insan demektir.Kronik mutsuzluğumun sebebi güzel gözlerim!

Ha pardon ben olumlu yanlarından bahsediyordum değil kurulu saat gibi gene eksi tarafa kayıyorum seviyorum ya ben olumsuzluğu!

Saçlarımın uçlarını şeker pembesine boyattığım zaman kendimi japon çizgi film karakteri gibi hissetmiştim mesela gene gözlerim yüzünden. O durumda iken birgün piknik yerinde çeşmeye gelen bir oğlan çocuğunu şaka yoluyla korkutmuştum..Babasını yanına alarak kim benim oğlumu korkutmuş diye gezinen ebeveyne çocuğun beni anlatış şeklini babaa biliyormusun koooocaman gözleri vardı açınca ben de bardakları atıp kaçtım deyince kahkahalara boğulmuştum..


Büyük gözlü olmak çekicidir..Bu neyden kaynaklanır bilmem ama ufak tefek şeylerden hoşlanmazlar.Büyük görürler..Gördükleri şey fiziki açıdan gözlerini tatmin etmesi gerekir.

Doğal olarak hayatımda en çok aldığım iltifat ne kadar güzel gözlerin var tam 852359.999 kez söylenmiştir..sonda ki küsüratlar markette ki fiyatlara inat bir misillemeydi.

Bunlar olayın güzelleme tarafıydı..Bir de bu blogun isim babası yani BİR KIZ GÖZLERİ DÜNYA başlığının nerden geldiğini anlatayım..Hikaye burdan başlar.Dikkat..

Sibirya soğuğu gibi soğuk vardır bizim oralarda..O kadar çok kar yağar ki kardan tünelleri oyun oynamak için yapılmış sanardım..Gene lapa lapa kar yağan bir günde babamla birlikte köy içerisinde yürüyüşe çıkmıştık.Karı sevmemin sebebini çocukluğuma bağlıyorum.Kar suyun beyaz lehçesi. tesfiyelenmiş ve astarlanmış bir dünyanın boyası. sessiz bir senfoni, sadece beyaz ve sessiz notalar kullanılarak yazılmış bir resital..Bense pembe eldivenlerimle o notaları yakalamaya çalışan bir çocuk..Bırak elimi notaları tek elimle yakalayamıyorum.Babamın elinden kurtulup
o kar tünellerine doğru koşmaya başlamıştım.Labirent gibi..Koşarken beyaz ışık tünelinin sonunda gökkuşağına ulaşacağım hissiyle koşuyorum..Bir süre sonra babamın sesini duyuyordum ama kendisini bulamıyordum.Biraz ürkmüş ve üşümüş haldeydim..Bundan sonrasının düş olduğuna inandığım için artık babamın sesini de duyamıyordum..


Ama yolumu bulamıyordum.Kaybolmuştum düş labirentinde..7 yasında ki birinden kaybolmakla kat be kat özgür olduğumu düşünüyordum.. özgürüm özgürüm diyordum ki bi an duraksayıp kendi sesimin yankılandığı kar yığınları arasında öleceğim duygusuyla özgürlüğün ölüm olmadığı kanısına varıyordum o küçük aklımla..

Bir süre daha ilerledikten sonra babamı tamamen unutmuştum..Yürümekten yorulmuştum..Kar tünelinin sonuna gelmiştim ..Tam o esnada kollarımdan biri tutup yakalayıp havaya kaldırdı beni! Nasıl bi çığlık attıysam tünel üstümüze çökecek sandım..Üstündeki kıyafetiyle farklı görünüyordu.Soğuktan kavrulmuş esmer teni ve kapkara delici bakışlara sahip gözleri vardı.İşaret parmağını kapkara sakallarının sarmaşık gibi bürüdüğü dudaklarına götürerek sus işareti yapıyordu.Birşeyler konuşuyordu ama ben anlamıyordum..Türkçe konuşsana dedim anlamıyorum seni..O da bana birşeyler söyledi..Birbirimizi anlamadık ama ben biraz korktum.Çünkü bizim gibi giyinmemişti sordum üstündekini işaret ederek bu post gibi kocaman şey senin montun mu üşümekten mi koruyor seni dedim..sanki dediğimi anlamış gibi gülümseyerek birşeyler söyledi gene birşey anlamadım..nereye gidiyorduk onu da bilmiyordum elimi sıkı sıkıya tutmuş kar tünelinin ucunda beni yakalamıştı.. Şimdi yarı çamurlu yarı karlı yollardan yürüyorduk..Elimi niye tutuyordu ben niye bağırmadım ya kötü biriyse! Baktığı zaman unutuyordum bunları böyle bakışlara sahip olan biri kötü olamazdı..Bu denli soğuk bir havada nasıl bu kadar şefkat dolu bakabiliyordu.. Artık korkmuyordum kendimi güvende hissediyordum.Elimi sıkı sıkıya tutmasından çok hoşlanmıştım...Nereye gittiğimizi sorup duruyordum oda cevap veriyordu..Bir süre sonra sanırım soru sormamın çok anlamsız olduğunu farkettim çünkü hiçbirşey anlamıyorduk..Ben türkçe o kürtçe konuşuyordu..Eli o kadar sıcaktı ki üşümem de geçmişti..Ama üstünde ki adını çok sonradan öğrendiğim kepenek'in çok komik göründüğünü o da anlamış olmalı ki yüzüne bakıp gülümsüyordum..O da dönüp bana gülümsüyordu.Bir süre söylemek istediklerimi yüzüne bakarak söyledim o da hepsini anladı..Beni nereye götürdüğünü neden böyle giyindiğini ellerinin bu soğukta niye bu kadar sıcak olduğunu ceketinin cebinde kıvrılmış o kalın kitabın adının ne olduğunu bir soru soruyordum o da hepsini gözlerime bakarak cevaplıyordu..Konuşmadan soru soruyordum kocaman gözlerimle o da cevap veriyordu kapkara gözleriyle..10 dakika yürüdükten sonra bir baktım ki teyzemi gördüm..Kara gözlü kahramanımın elini bırakarak teyzemin yanına koştum kahramanım teyzemin yanına gelerek birşeyler söyledi teyzem de etekleri arasında sakladığı somun ekmeği uzatıp kahramanıma verdi ve omzuna dokundu..Döndü arkasını yürümeye başladı..Beni evime getirmişti uzun boylu esmer kara gözlü çocuk..iyiydi işte iyi bir insandı..koştum arkasından eline dokundum teşekkür ederim dedim gözlerimi diktim gözlerine bana dedi ki  "keçikek bi çaven wek cihan" ve kafamı okşayıp yanağıma bir öpücük kondurdu !.. sanırım o da bana iyi birşeyler söyledi diyerek dönüp arkamı giderken unutmamak için sürekli keçikek bi çaven wek cihan diye diye teyzemin yanına gittim..Babam yanımıza geldiğinde bana çok kızdı onu bırakıp kaybolduğum için ..Ama onu duymuyordum ben hala okuduğum karlar kraliçesi kitabında ki kara gözlü şövalyenin var olduğunu gelip bigün beni bulduğunu ve kurtardığını düşünüyordum..tüm gece boyunca keçikek bi çaven wek cihan deyip durdum tekerleme gibi söylemeye başlamıştım..Evdekiler onu nerden öğrendiğimi soruyorlar ama ben gülerek cevap vermiyordum..Teyzeme o çocuğun ne iş yaptığını sordum o karşı köyün çobanıdır dedi..Biliyor musun ceketinin içinde kocaman kalın bir kitap vardı dedim..Üniversiteye gidiyor sende okuyacaksın oyle kalın kitaplar dedi..Tüm gece boyunca gaz lambasının ışığında pencereye tüneyip karşı köyün karlı tepelerine bakıp onu düşünmüştüm..Vay be nasıl gelip beni bulmuştu..Nerden bilmişti o eve misafir geldiğimi..Eliyle koymuş gibi beni bırakmıştı eve..Beni eve bırakan ilk erkek..Elimi sıkı sıkıya tutup kaçacakmışım gibi kavrayan kahramanım..Büyüdüğümde  el ele tutuştuğumda içten içe elimi sıkıca kavramalarını istememin hikayesini nasıl anlatabilirdim ki..Hem bu güven verir..Diğer türlüsü bir su damlası gibi kayıp gidicekmiş gibi geliyor..Ne güzel bir yolculuk yapmıştık bir sürü şey konuşmuştuk gözlerimizle..Beni sevimli bulmuş olmalı ki kafamı okşamıştı ki diyerek camın kenarında uyuyakalmışım..Babamın beni yatağıma taşıdığını hatırlarken yarı uykulu halde kürtçe tekerlememi sayıklıyordum..


Lisede ilk aşık olduğum çocuk kürttü..Uzun boylu kara kaşlı kara gözlü benden tam 6 yaş büyük bir delikanlı..Okul dışından yani....Annemin hastanede yattığı bir gün tanışmıştık. Annem hastanede yatarken kapının önünde bana bi oda numarası sormuştu..Abisinin yattığı oda numarası annemin yattığı odayla yan yanaydı..Ona yolun karışık olduğu için odanın önüne kadar eşlik ettim..Bir ara kahve almaya çıktığımda onun da geldiğini gördüm..Tüm gece uyanık kalmak zorunda olduğumuzu bu yüzden onunda bir kahveye ihtiyacı olduğunu birlikte içip içemeyeceğimizi sordu..Bir anda bu kadar net olması beni şaşırtmıştı..Okulda ki erkeklerden hoşlanmıyordum..Ne yapmak istediklerini çözemiyordum söyledikleri herşeyde bir anlam aramak zorunda kalıyordum.Ama bu sefer biri çok net bir tavırla birşey rica ediyordu benden..Nedense çok utanmıştım. Cevap vermeden dönüp hastanenin kantinine yürüdüm..Arkamdan gelip beni utandırmak istemediğini sadece biraz sohbet etmek istediğini söyledi..Utandığımı nasıl anlamıştı acaba? diye düşünürken sanki sesli düşünmüşüm gibi cevap verdi..O kadar büyük gözlerin var ki kaçıramıyorsun bile demişti o zaman gülümsemiştim..Tüm gece boyunca hastanenin koridorlarında bahçesinde odanın önünde sohbet etmiştik..Bu sefer farklı sohbet etmiştim ama okulda ki ve sokakta ki diğer erkek arkadaşlarımla daha rahat konuşan ben utangaç ve sıkılgan bir yapıyla konuşabilmiştim..Sabah olunca annemi hastaneden çıkarmak için işlemleri halletmeye gidip geldiğim de abisinin kapısının önünde kürtçe konuşan büyük bir kalabalık gördüm gene birşey anlamıyordum..Ama çok sinirliler idi çok hızlı ve öfkeli konuşuyorlardı..Merak ediyordum acaba ne olmuştu..Ailesi Urfalı idi..Hangi aşiret olduğunu söylemeyeyim..Biraz ünlü tanınan bir aileye mensup idi..Hastaneye gelme sebepleri de benim çok sonradan öğreneceğim üzere ufak bir kırık değil bildiğin hasımlarının abisini vurma teşebbüsü imiş..Beni ürkütmeme adına söylemek istememiş..Çok karanlık diye düşünmüştüm..Düşüncelerim beni yanıltmayacaktı..

Bana göre o kadar farklı bir hayatı vardı ki okulda ki erkek arkadaslarımdan çok farklıydı..Şuan düşünüyorum da topu topu iki kez aşık olmuşumdur..Aşık olduğum iki adamında ortak özellikleri gülümsediklerinde dudaklarında oluşan yarım daire ve çizgi halini alan gözleri..

Onu farklı yapan sadece benden yaşça büyük olması değildi..Onu gördüğümde tüm insanlar blurlaşmaya sadece onu görmeye başlıyordu..Hani bahsettim ya büyük görüyorsun diye..Büyük görüyordum onu..Sadece o var diğer insanlar flu görünümünde idi..

O aşkı yeşilçam filmlerinde gibi yaşadık..1.5 yıl görüşmüştük..Ama aynı filmler de elinin elime değmesi bu kadar zamana tekabül etmişti..Bırak dokunmayı öpmeyi el ele tutuşmayı bile ben ankara'dan ayrılıp üniversite'ye gitmeye yakın başarabilmiştik..

Bu aşkın nasıl yaşandığından nasıl yakıcı olduğundan bahsetmelimiyim bilmiyorum ama ..Sanırım ilk olduğu için bahsetmeye değer diye düşünüyorum.Uzun boyu kapkara gözleri bana birini anımsatıyordu ama çıkaramıyordum..Hafızam bana bir oyun oynuyordu .Bu yüzden ona karşı sanki yılların vermiş olduğu o fiziki yakınlığı 8 bilinmeyenli denklem gibi çözmeye çalışıyordum..Nerden tanıyordum ben bu çocuğu nerden..

Hastaneden ayrılacağımız sabah bir telaşe içinde yanıma gelip numarasını verdi..Ben de ona o sinirli kalabalığın neden abinin odasının önünde toplandığını sordum..Bizim aile biraz kalabalık kürtler sinirli insanlar sen anlamadığın için sana hızlı konuşuyorlar gibi gelmiştir diyerek aramamı bekleyeceğini söyleyerek abisinin yanına gitti..Ben annemin kolunda ilerlerken oda abisinin yanındaydı..Abisi beni farketti dönüp nereye baktığını sorduğunda gülümseyip cevap vermedi..Ama annem anlamamıştı..Eve geldiğimizde annem daha iyiye gidiyordu..Uykusuzluktan artık bitap düşmüştüm..Kendimi yataga atıp tüm gece boyunca yaptığımız sohbetin hayal olduğunu düşünerek uyumuştum..Ertesi sabah uyandığımda çantam da bulduğum kağıtta ki numaranın onun olduğunu hatırladım hem aşırı derece de aramak istiyordum hem de hemen ararsam çok istekli görünmüş gibi olmasın diye daha sonra ararım diye numarayı özenle katlayıp cüzdanıma koymuştum..Bize öğretilen oydu efendi olacaksın tabiriyle büyütüldüğümüz için herşeye o kadar istekli görünmemek gerekti...Efendilik ve istekli görünmek arasında ki tabuyu yıllar sonra kıracaktım..Suratıma aptal bir ifade yerleşmişti.Bunu engelleyemiyordum.2 gün sonra okula gittiğimde  baya neşeliydim..Edebiyat öğretmenim ayrıca tiyatroda da eğitmenimdi.Bir oyuna hazırlanıyorduk ben de başrollerden biriydim..Bende ki bu farklı neşeyi farkederek yanına çağırdı adı Ali Asker'di..Kızım dedi sen aşık mısın tüm replikler birbirine karışmış herkesin repliklerini kendi repliğin gibi oynuyorsun farkındamısın diye..? Orda farkettim ki bi önceki akşam tiyatro metnini ezberlerken tüm kağıdı ezberlemişim..Aklım başka yerdeyken tüm metni ezberlemem beni dumura uğrattı..1 gece boyunca sohbet ettiğim birinin bu kadar radar alanına girmek de şaşırtmıştı..Bu şaşkınlıkla neşe ve heyecanın bana verdiği yetkiye dayanarak akşam eve gidince arama kararı aldım..

Aradım..Adımı söyledi direk sen misin dedi güldüm nasıl yani dedim 3 gündür aramanı bekliyorum okuduğun lisenin önüne kaç kez gittim ama seni göremedim..Göremezdin çünkü okuldan sonra saatlerce tiyatro provaları yapıyoruz dedim..Tiyatro mu dedi neden ilk defa duyuyormuşsun gibi sordun dedim..Hiç gitmedim ki bilmiyorum dedi..Tamam dedim beni izlemeye gelirsin güzel bir başlangıç olur..Zevkle dedi..İşte bu konuşmayla herşey başladı..Ama farklı olduğumuzu da ilk o konuşmayla anladım..

Süreci daha sonra anlatır mıyım bilmiyorum ama anlatılması zor masum birşey yaşadık biz..Cinselliğin öpüşmek olduğunu zannediyordum..Çocukça ve bir o kadar yetişkince bir aşktı..

Bir gün aradığımda ulaşamadım 2,3,4,5 ve bir haftanın sonunda ulaşabildim..Ağlamaklı bir ses tonu ki asla öyle bir yapısı olmadığını sert bir üslubu olduğunu bildiğimden hemen sordum ne oldu..Konuşmuyordu..Kimin başına ne gelmişti..Meraktan sanki morarıyor gibiydim..Ben dedi beni nişanlandırdılar..Uzun bir süre algılayamadan telefonu kapatıp donakaldım..Hiç karşılaşmadığım birşeydi..Bir erkeği nişanlandırmak da ne demekti..Beynimi zorluyordum anlayamıyordum..

Durumun vehametini sonradan anladım. Aşiretlerde dışarıdan kız alınmaz gerçeği..İyide ben seninle evlenmek istemiyorum ki dedim benim okulum var..Benim okumama bile izin vermediler..Bu kadar şirket var bu da senin hisselerin..Geç başına dediler..Hayatıma izin vermediler anladın mı beni dedi!..

Bu durumu konuşmak için bir araya geldiğimizde ikimizin çaresizliği bu saçma adetlerin hala neden yaşadığını tartıştık durduk..Kurduğu düzgün cümleleri aslında okusa daha başka biri olacağının kanıtıydı..Ama dediği gibi hayatı sanki bedeninde kiralanmış başka bir hayata aitti..Anlattığı olaylar karşısında dehşete kapılmış gözlerimi kocaman açmış dinliyordum ki abisi oturduğumuz pastaneye geldi..Serender..Balgat'ta ki Serender pastanesi.Liseli mini etekli bir genç kızın iyi giyinimli bir erkeğin sevgilerini paylaşacağı yerde oturup aşiretlerin dayanılmaz kurallarını güneydoğunun acımasız olaylarından bahsediyorduk..Abisini görünce ikimiz de şaşırdık ve saygıdan ayağa kalktık..Oturun gençler dedi..Sizin hep burda görüştüğünüzü bildiğim için kardeşimin de senin yanındayken hayattan koptuğu için telefonlarını duymadığı için buraya geldim dedi..Seninle de konuşacaktım dedi..Benimle ne konuşabilir ki dedim içimden..Dinliyorum sizi dedim..Bak dedi bu yüzük onun..Nişanlandı geçen hafta..Bu durumu anlıyor musun dedi..O an gözlerim doldu ama akıtmadım niye bu kadar acımasız konuşuyordu ki karşısında ilk defa aşık olmuş bir genç kız vardı..Ailecek net konuşuyorlardı anlaşılan..Bir anlamda beni suçladığını sezdim konuşmalarından ben bunların farkındayım ve biz buraya son kez görüşmeye geldik dedim ..Bi an onun delici bakışlarıyla göz göze geldim..Ve o bakışları nerden hatırladığımı şimdi anladım..Neden bu genç adama aşık olduğumu o bakışlardan tanıdım..O karlar içerisinde beni kurtaran çocukluk kahramanımla aynı bakışlara sahip biriydi..Bunu nasıl dediğimi ve ordan nasıl ayrıldığımı bilmeden kalktım ve gittim..Bana çok kızmıştı o beni terketmeye değil bir çözüm bulmaya gelmişti oysa ben onu abisinin yanında oracıkta terk edip gitmiştim..Hırsından beni 1 ay aramamıştı..Çok üzülmüştüm..Kaç defa arayacak gibi olsam da hep kendimi en doğrsunun bu olduğuna inandırmıştım..

Bir gün lise çıkışında karşımda durduğunu görünce elim ayağıma dolanmıştı..Siniri geçmemişti..İlk defa bir erkekten korkuyordum..Ben seni terketmek için gelmemiştim o gün neden yaptın bunu bize dedi..Sustum ona istenmediğimi düşman olmanın nelere mal olabileceğini anlatamazdım o zaten biliyordu bunları..Ben sadece seni seviyorum diyebildim ve gitmek zorunda olduğumu..Elimi sıkıca kavrayıp bir cd bıraktı ve şu cümleyi kurdu.."keçikek bi çaven wek cihan" ben de seni seviyorum kendine iyi bak..

Ben o cümleyi duyar duymaz 1 aydan beri tuttuğum gözyaşlarımı bırakıverdim..Bu nasıl olabilirdi..İşte yıllar sonra o unutmayayım sonra anlamını araştırırım dediğim o kürtçe tekerlemem..Dedim ki gözyaşlarımı silerken bu cümlenin anlamı ne..Bir kız gözleri dünya..

Elimde ki cd ile sıhhıye'nin ortasında kalakalmıştım eve geldiğimde nemli gözlerimle cd'yi bilgisayara takıp dinlemeye başladım..Bir türkü çalmaya başladı..Türkünün içinde didem ismi geçiyor..Türkünün ismi Didem Zara-Hozan Serhat diye bir adam söylüyor..Ama nasıl söylüyor tek kelime anlamıyorum..Arkasından aynı adam hewler diye bir parça söylüyor..Cd'nin içerisinde hepsi kürtçe türkülerden oluşan albüm oluşturmuş..İşte Kürtçeyle asıl tanışmam o gündür..O gün bugundür bir kürtten daha çok kürtçe şarkı türkü dinlerim bilirim ve çok severim..


















Bir daha görüşmedik..Ben zaten Ankara'dan ayrılıp üniversite için Adana'ya gittim..İlk sene sadece o cd'yi takıp ağlıyordum..Bir gün  yurtta gazete okurken 2.sayfada altınların havada uçuştuğu dolarların saçıldığı düğünden bahsediliyordu..Fotoğrafa bakınca donakaldım..Abisinin düğün fotograflarıydı ve fotograf karesinde o da çıkmıştı..Abisinden sonra onun sırasının geldiğini anlamıştım..Adı batasıca aşiret kuralları!

Ben soğuk bir yurt odasında o fotograf karesine bakarak uyumuştum..


Yurtta sürekli siyasi olayların içerisindeydim..Birgün ciddi bir tartışmanın içerisine girdim ve eğer odaya biri daha girmeseydi bıçaklanacaktım..Bu olayın şokunu atlatmaya çalışırken dışarıya attım kendimi.Ve telefonum çaldı..Zaten şokta olan beynim bir anda durdu sandım o sesi duyunca..O'ydu..Sen iyimisin dedi? Sanırım dedim..İyi olmadığını hissettim dedi..Bi an öflkelenmiştim.Bu seni ilgilendirmez deyip kapatıverdim..Bir daha aradı başının belada olduğunu biliyorum yardım etmeme izin ver dedi..Yolun ortasında kalakalmıştım gene..Nerden biliyordu diye sormayacaktım bu sefer..Çünkü hep bi tarafı karanlıktı abisiyle beraber..Yardıma ihtiyacım olmadığını ben halledebileceğimi söyledim..

Bir yağmurlu pazar gününde yurttan çıkıp okula bağlama kursuna gidiyordum..Yoldan geçerken kendilerini ülkücü tabir ettikleri üç beş serseri yurdun çıkışında önümü kesip laf attılar..Benim cevap vermemle beraber kavga çıktı..Kendine asena diyen bir kızı iteklememle yanında ki arkadaşı sırtımda ki bağlamayı alıp yere vurdu..Al şimdi çal bakalım bir daha bizim olduğumuz yerden de geçme diyerek kırık bağlamayı elime tutuşturdu..Ve orada öylece bırakıp gittiler..

Yurda geri döndüm kursa gitmedim..Odadan çıkmadım 3 gün yemek yemedim telefonlarımı açmadım okula gitmedim..Gözlerimin altı çökmüştü..Yataktan inecek dermanım yoktu ve başım dönüyordu..Zar zor kantine gidip kahve alıp dışarıya çıktım dışarda ki rüzgar yüzüme tokat gibi çarpıyordu..Bu koca kentten nefret etmiştim.Yapayalnızdım..Çaresiz ve öfkeliydim..

Bağlamamı götürüp kursta ki hocama verdim..Bu yapılmaz dedi sana yenisini alalım istemedim o günden sonra bağlamayı elime alamadım.Öğrenme aşamasında bitmişti benim için..

Yalnız değişik birşey vardı beni tehdit eden it sürüsü ortalıklarda görünmüyorlardı ne okulda ne yurtta..Normalde sessiz kaldığım için güç aldıklarını zannettikleri için bir daha karşıma çıkmalarını bekliyordum..Asena denilen kızla yurtta karşılaştığım an kızın saçlarına yapışıp o mavi ranzaya çarpmaya başladım kafasını..Kaşının açıldığını elime bulaşan kanıyla bi an ne yaptığımın farkına varıp kızı yatağa bıraktım o arada arkadaşları gelip beni ite kaka odadan çıkarttılar..

Yarım saat sonra yurdun müdür yardımcısı çağırdı beni..Birşey söylemedim..Siyasi dedim isterseniz atın dedim ve çıktım odadan..Ama atılmadım neden atılmadım anlamadım ne ben sordum ne de o bişe söyledi..

Okula gittiğimde bu asenanın arkadaslarından birinin kolu kırık diğerinin de hastaneye yattığını öğrendim..Bizim asenanın da kaşı pansumanlı gaziler gibi geziyorlardı okulda..Anlayamadım önce bunlara ne olmuştu diye sordum arkadaşlara kimse birşey demedi iyi olmuş diyerek gülüp geçtim..

3 gün sonra odama sevgili asena geldi..Gece yarısı 3..Eğer bir daha sevgilini üzerimize gönderirsen o hastanede ki yatan çocuğun başına birşey gelirse beni bu odada boğacağını söyleyip gitti..Ertesi gün bunu okulda yakalayıp sen kafayımı yedin kafanı fazla çarptım beynini mi akıttım dedim benim sevgilim falan yok dedim!..Salak salak konuşma çocuk ben Urfalı'yım beni dinden imandan çıkarmayın dedi ve hepimizi tehdit edip arkadaşlarımı ne hale getirmiş görmedin mi dediği an kulaklarım uğuldadı..

İşte karanlık yönü buydu..Beni görmüştü belki uzaktan ama yanıma gelememişti büyük ihtimal..En yalnız en kötü olduğum durumda yanımdaydı..Fiziken yanımda değildi ama yanımda olmayı başarmıştı..Bunu nasıl yaptığına dair en ufak bir bilgim yok..Sadece bir mektup gelmişti ve içinde bir şiir vardı..















KEÇİKEK Bİ ÇAVÊN WEK CİHAN

Çawa bengiyê darê gwizan büm
Bengiyê roja li coyên avê
Ew mezin bi, ez zaro büm
Keçikek bi çavên wek cihan

Min ji daran hez dikir, rojên hanê
Keçikek bi çavên wek cihan
Bostan digiran li ber tina rojê
Min ji daran hez dikir, rojên hane

Ev ê li dawiya hemü şerên min
Jiyanê yek bi yek bi te dizanim
Lê fêm dikim ku min winda kir
Keçikek bi çavên wek

BİR KIZ, GÖZLERİ DÜNYA

ben o günler ağaçları sevdim
bir kız, gözleri dünya
bostanlar büyüdü gün ışığında
çakılları sevdim o günler

ceviz dallarına nasıl tutkunsam
su kanallarında titreyen güneşe
o büyüktü, ben çocuktum
bir kız, gözleri dünya

işte, sonunda tüm savaşlarımın
hayat seni bir bir çözdüm
ve anladım ki kendimi yitirdim
bir kız, gözleri dünya

KEMAL BURKAY..şiirin yazarı..bir de sonunda onun ismi..

Bu kadar olaydan sonra ben de yurtta duramamıştım ve eve çıkmıştım aynı sınıftan bir arkadaşımla..1 ay sonra beni aramıştı ve şimdi daha rahatsın kendine iyi bak deyip kapatmıştı..Beni babam böyle sahiplenmemişti..Nerdeydi benim cd'im..Ağlama nöbetim gelmişti gene..

Çocukluğumda ki kahramanım genç kızlığımda da gelip beni bulmuştu işte..Şimdi birleştirebilmiştim puzzle'ın tüm parçalarını..O karlı karşı köyün çobanının ceketinde ki kalın kitap benim elimdeydi şimdi.. kimbilir kendi nerelerdeydi..Kaybettiklerim birgün başka bir suretle beni bulmuştu..O delici bakışların aynısını başka birinde bulmuştum..Ve sözleşmişler gibi aynı cümleyle sevmişlerdi beni..Çıtayı o kadar yükseltmiştim ki bundan sonra ki seveceğim adamın elimi hep sıkı kavraması,çok net konuşması , ne istediğini bilmesi  ve en yalnız hissettiğim zamanda benim yanımda olabilmesi gerekeceğini çok erken yaşta öğrenmiştim..

ADANA-2006






























Pazar, Ağustos 18

Yine bir gün geziyordum:) Yedigölleri maceramı yazdım efenim buyrun..

Gene bir hafta ortası ortaya atılan bir ankara dışı gezisinin içine düştüm.Çarşambadan yedigöllere gidelim diye kararlaştırmıştık. Normalde günü birlik gidip gelmiştim bir kere ama yol çok yorduğu için göze alamamıştım bir daha. Neden mi şundan dolayı efendim. Yedigöllere ulaşmanın iki yolu var. Biri bolu üzerinden diğeri ise mengen üzerinden..Bolu üzerinden yedigöllere  42 km yol var ama şimdi aman ne var be ya yarım saatlik yol dediğinizi duyar gibiyim ama boş konuşmayınJ o yarım saatlik yol oluyor size 2.5 saatlik yol..Yol mucur ve topraklık..Bir sürü tümsek var gidilebilecek bir yol değil. Her zorluğun sonucunda yedigöller gibi bir cennete ulaşıyorsunuz ama kelimenin tam anlamıyla pert oluyorsunuz hem siz hem de arabanız..Bolu üzerinden müthiş manzaralar eşliğinde gidiyorsunuz onu da söylemeden geçemeyeceğim.

Ama mengen üzerinden sadece 12 km topraklık yol ve boluya göre daha düzgün bir yol..Ağaçların yaprakları gökyüzünü sarıp sarmalamış güzel bir patikadan ulaşacaksınız yedigöllere..
Yedigöller’de otel  vs aramayın yok zatenJ Sadece mengen üzerinden gelirken yazıcı köyünü geçtikten sonra hindiba pansiyon var onu da önceden arayıp yer ayırt etmeniz gerek.






Gel gelelim bizim yolculuğa..Yaptığımız eksiksiz listeye güvenerek yola koyulduk.İlk sinirimizi bozan şey arabanın cd çalarının bozulması oldu. O kadar cd doldurmuş bu yol için ve cd çalar bozuk..ilk 10 dakika bu şoku atlamadık ama sonradan iyi ki bozulmuş dedik zira seslerimizin hangi şarkıya daha çok gitttiğini, ne kadar çok şarkı türkü ezberimizde olduğunu,  otobanda bağıra çağıra türkü söyleyip ritim tutmamıza sebep olmuştur bu durum ..demek ki olumsuz bir olaydan güzel derslerde çıkarılabilirmiş.
Gel gelelim ki cd çalar yedigöllere girerken çalışmaya başladı ferhat tunç’un eski şarkılarından oluşan bir cd vardı içinde..Yedigöllere girerken  ferhat tunç’un gençliğinde ki munzur gibi akan ah istanbul yaşanmıyor sesiyle yedigöllere giriş yaptık. Zaten yorulmuştum araba kullanmaktan  bir de bu güzel manzarayı video alabilmek için geçtim copilot koltuğuna..Sonunda varabildik




Her anadolu insanının yaptığı gibi tabele önünde resimler çekildim.












Yol boyu yer yer derenin sesiyle yada kurduğum hayallerle gelmiştim işte bu cennet koyuna..Yedi tane göl..Bilindiği üzere heyelan sonucu oluşmuştur.Kayan kütleler in vadilerin önlerini kapatmasıyla oluşmuştur. Yani gördüğünüz de iyiki kaymış bu kütleler yav diyerek içinizden böyle değişik bir düşünce geçirebilirsiniz. Bu göllerin ismini aklınızda tutmak zorunda değilsiniz ama birine sayarken çok havalı oluyor. Hangi göller vardı orda diye bir soru geldiğinde ne bileyim yav 7 tane göl cevabı yerine Sazlıgöl,İncegöl,Küçükgöl,Büyükgöl, Deringöl,Kurugöl ve Seringöl olarak cevapladığınızda karizmatik cevaplar hanenize bir çentik atılmış oluyor.


Yedigöllere geldiğinizde yiyeceksiz gelmişseniz geçmişler ola efendim.Aç kaldınız. Turcuların yemeklerinden bir şey tırtıklarsanız şanslısınız yoksa öyle market bakkal tesis mesis aramayın yok öyle bir şey. Büyük uyarıdır yiyeceksiz çıkmayın göllere..Sonuçta biz kamp amaçlı gittiğimiz için bol bol et tavuk ve alkol almıştık. Gerçi alkollerin yarısını yolda tükettiğimiz için mengen’de durup takviye yapmak zorunda kaldık.






Ah mengen dedim de bak neyi geçtim.Mengen Aşçılar diyarına hoşgeldiniz diye bir tabela karşılar öncelikle sizi..Orayı bilen bir arkadasın tavsiyesi üzerine 44 yıllık bir lokanta olan müdür restoranta oturduk bulgur çorbası içtik birazcık yağlı olsa da ben beğendim denenebilir.








Konuşma yaparken elim belimde!
Evet nerde kalmıştık..Şöyle bir etrafı kol açan ettikten sonra en güzel nereye kamp kurulabilir keşfine çıktık. Benim keşif tipim görülmeye değerdi.Dudağımın ucunda yarım yanmış külü düşmek üzere olan bir puro sanki amerika’yı keşfetmiş edasıyla hah burası güzel burası olur nidalarıyla herkesi başıma topluyorum. Zira övünmek gibi olmasın genelde oymakbaşı benimdirJ
Bulduğum yer ocağa yakın çeşmeye yakın göle yakın hamaklık ağaçların olduğu ve çadır için uygun zemin olduğu gerçeklerini kürsüye çıkmış icraatlerini anlatan milletvekili gibi anlatıyorum. Konuşmam alkışlarla bölünse de ara ara sonuç itibariyle oraya konuşlandık. Kamp yeri bulduk diye horona duran arkadaşlar vardı aramızdaJ







Çadırlar kuruldu mangal yakıldı oltalar çıktı hamaklar kuruldu ..Biralar rakılar suyun içerisine yerleştirildi zira en doğal buzdolabı görevini görür çeşmenin yalakları..

Şöyle bir gerinip güzel bir salata hazırlamaya koyuldum. 1 saat içerisinde soframız hazırdı..Gece boyunca muhabbet sohbet yemek içmek derken geceyi yarılamışız. Çadırlarımız mavi olduğu için ormanın kuytuluklarındaki şirinler köyü gibi görünüyordu uzakta ki görüntümüz.


Çadıra girdiğimde sadece kurtların sesi sincapların sesi yarasaların çadırın üstüne yansıyan uçuş dansını izleyerek ve aklımda tek bir düşünce dahi olmadan uykuya dalmışım.

Sabah uyandığımda daha doğrusu uyandırıldığım da 7:15’di..Biri çadırımın fermuarıyla oynuyor tulumun içerisinden kurtulmaya çalışıp fermuarı  açıp bi baktım ki kızıl kırmızı kuyruğuyla bir sincap.Günaydın len sincap kardeş dedim der dermez ayakkabı alıp o dişlek ağzına masanın üstüne çıktı..Aha dedim şerefsiz sincap hayvanı getir lan ayakkabı başka ayakkabım yok .Durmuş masanın üstünde şiri n şirin bakıyor bana.Hiç iplemiyor dediklerimi.Bende ki olaya bak..Uyku tulumuyla oturmuşum sincabı tehdit ediyorum.Lan bak beni kaldırma yakalarsam seni yolarım o kuyruğunu kısa saçlarıma postij yaparım benziyoruz zaten sen kızıl turuncu arası bişe dişlerin de ayrık bana benziyorsun falan diye muhabbet ederken baktım bizimkisi ağzında ayakkabı hala masaüstünde muhabbet ediyormuşuz gibi dinliyor. Güzellikle olmayacak bu iş diyerek ayaklandım çıktım çadırdan o da ne? Uyku tulumunun fermuarı sıkışmış çıkamıyorum içinden tulum da mavi aha dedim şimdi tam şirin oldum..Saçım sarı olsa şirine gibi güçlü şiriin nerdesin ama diye bağırıcam ormanda..Neyse bi hayla kurtuldum tulumdan..Sincabı kovalıyorum yalın ayak ormanda çeşmeye kadar kovaladım yerden aldığım kozalağı sincaba doğru fırlattım bingo tam kafadan vurdum yumağı! Ayakkabıyı bırakıp kaçtı resmen benimle oyun oynadı sabahın köründe..Ayakkabıyı almış dönerken yan tarafımızda çadır kurmuş  yakuşuklu delikanlı ekibinden henüz yeni uyanmış iki kişinin bana güldüğünü gördüm ne var dedim ne gülüyorsunuz be hiçmi ayakkabısı sincap tarafından kaçırılan biri görmediniz dedim kahkahalara boğuldular. Gıcık oldum ama biri pek yakuşukluydu allah varJ









Artık uyanmış olduğum için ocağı yaktım çayı koydum çay demlenene kadar uyanan arkadasımla iskeleye inip oltaları da kapıp balık tutmaya koyulduk.Tatlısu olduğu için balıkları da lezzetli olabileceğini düşünüyorduk.Gölde  alabalık kefal ve sazan varmış..Oltaya ilk takılan balığı saldık şans adettenmiş. Ne saçma adetmiş lan dedim J Yakalayacaksak niye bırakıyoruz..Neyse ki pek ballı olduğumdan 10 dakikaya kalmaz 2 balıkla çadırların oraya döndük..Közde çayımız demini almıştı bile..Aldığımız mantarların içerisini alıp içine kaşarı yerleştirdim ne pis gurmeyim amaJ Kahvaltıda kaşarlı mantar yiyoruzJ Güzel bir kahvaltı sefasından sonra tavla ve pişbilik turnuvaları hamak muhabbetleri ve gölün etrafını gezme olayına girdik..Ben her bulduğum ağaç kovuğuna yerleşip dinleniyordum.Sanki biri omuriliklerimi hüpletmiş sırtımda hiç kemik yokmuş gibi heryere uzanıyordum.Kronik yorgundum..

O arada günübirlik turcular geliyordu.Bir kadın matinesi ekibi geldi allah en son onlarla bi ara elimde tef yandan güzelim yandan diye oynuyordum bi an şöyle bir baloncuk oluştu kafamda ve senaryoyu yazdım anında herifi boşamışım çocukları okutmusum gene kedilerle yaşayan dernek vb yerlerde yönetici olan emekli teyzelerden olup böyle günü birlik turlara katılan bir turuncu olduğumu görür gibi oldum elimdeki tefle baloncuğu patlatıp tefi teyzeye verip depar atarak uzaklaştım ordan.





 



Sonra yürüyüş..Yürüyüş sonrası hava bozdu..Ve yağmur başladı..O anda profesyonel fotograf makinasına ihtiyaç duydum. O kadar güzel bir görüntü vardı ki.Gölün üstüne düşen damlalar ve o damlaların yarattığı dalgalar o kadar uyum içinde dağılıyorlardı ki o çemberlerden birinde kaybedebilirdi insan kendini..Yağmurun yağışıyla öyle bir hüzün bastı ki..Bir kısmımız lüküüüüs lambalarını alarak pişbiliğe devam etti. Bir kısmımız yağmurda gezmeye..Beni bi anda yalnız kalma isteği sarıp sarmaladı..Aldım elime biramı indip gölün kıyısına..Yağmurda hafiflemişti ama yer yer çiseliyordu. Kapşonu da çekince kafama girdim tam moda..Bi süre sonra gölün karşı kıyısından tok ve gür sesli birinin ve telli kuranımızdır bizim dediğimiz bağlamanın sesi çalındı kulağıma.Hipnoz olmuş şekilde elimde biram gölün o tarafına doğru yürümeye koyuldum ama yürüdüğümün farkında değildim.O sesten şu sözler dökülüyordu..

“Yasayanlar bir gün ölür 
Bir gün ölür elbette 
Agaçlarla baliklarla 
Kuslarla ben amenna 
Aglayanlar bir gün güler 
Bir gün güler elbette 
Uyanmakla anlamakla 
Bilmekle ben amenna 
Kisa çöp uzun çöpten 
Hakkini alir elbette 
Direnmekle kurtulmakla 
Barisla ben amenna”
Bilen bilir bu sözler Hasan Hüseyin Korkmazgil şiiri..Ahmet Kaya’da çok iyi seslendirmiştir bu sözleri..Ormanın kuytuluklarından bir ses bu şiire can vermiş seslendiriyor nasıl ayaklarım beni götürmez oraya.Hasan Hüseyin Korkmazgil'in tüm şiirleri bestelense keşke..Oğlunun adının temmuz oluşunu ayrı kıskanırım zaten..Neyse bir solukta buldum kendimi orda..Biraz daha yaklaşınca yanlarına direk abi sen naptın ya karşı kıyıdan beni getirttin buraya bağlamanın sesini duyar duymaz yemeğin kokusunu alan sincaplar gibi geldim dedim gülümseyip davet ettiler ben rahatsız etmeyim 1-2 parça yakından dinleyip geri döneyim dedim hayhay dedi orta yaşlı göbekli güzel sesli abi. Ve vurdu bağlamanın teline
 


 Eğin dedikleri küçük bir şehir
Ana ben cahilem çekemem kahir
Yediğim içtiğim ağuyla zehir

Ya ben ağlamayım kimler ağlasın
Bu garip gönlümü kimler eğlesin

Fırat kenarında kayık değilem
Senden ayrılalı ayık değilem
Bir çift selamına layık değilem

Engel yavrum engel Eğinli misin
Sılaya gelmeye yeminli misin

Eğin viran olmuş baykuşlar öter
Diken olan yerde güller mi biter
Benim bu derdime derman mı yeter

Ya ben ağlamayım kimler ağlasın
Bu garip gönlümü kimler eğlesin

Her sabah her sabah okunur ezan
Takatım gelmiyor gurbeti gezem
Okumuş değilem bir name yazam

Engel yavrum engel Eğinli misin
Sılaya gelmeye yeminli misin

Bir su ver de içem altın tas ile
Ben yarimi aldım ne heves ile
Geçti cahil ömrüm kara yas ile

Ya ben ağlamayım kimler ağlasın
Bu garip gönlümü kimler eğlesin

Dedikten sonra beni iyice bastı bir efkar ama belli etmemeye çalışıyorum ama neye efkarlandığımı bilmiyorum…Abimin yanında eşi var sanırım şarabından bir kadeh daha doldurup veriyor bir yudum aldıktan sonra tekrar başlıyor bu parçayı diyor kazım koyuncu için çalıyorum dağlarda kar sesi var lo tavlada zar sesi var kurban olam şavşata da içinde yar sesi var diyerek beni başka dünyalara salıyor biramda ki son yudumu da kafaya dikip teşekkürlerimi saygılarımı sunarak golü dolanmaya devam ediyorum. tek başıma dolanırken hala dilimde zeytin yaprağı yeşil dibinde kahve pişir benden sana yar olmaz da aklına başına devşir söyleye söyleye elimde yaşlı nenelerin ellerindekine benzer bir değnek var. değnekten yardım ala ala tüm gölü dolanmıştım..Çadırımın yanına geldiğimde yağmur tekrar bastırdı yağmurluğu giyip koşup çeşmenin altındaki rakıyı kapıp getirip doldurdum çay bardağına su katmadım iki dakikaya çay bardağımı dolduran yağmur suyu bardağı doldurmuştu..Rakının beyazı bana masum bir bir kız çocuğunun gözlerini andırıyordu.Kendime yeten sesimle parsel parsel eylemişler dünyayı bir dikili taştan gayrı nem kaldı diye girdiğimde yağmurluğunu ve çay bardağını kapan geliyor masaya..türküyü hep bir ağızdan yağmurun altında söyleyerek, rakıyı da türküye meze yaparak ,yağmuruda rakının mezesi yaparak tamamladık..Sonradan yakaladığımız balıkların da kapalı ocakta pişirilip gelmesiyle tamamlanmıştık. Bu tamamlanma başka tamamlanmaydı..Eksik olan şeylerimize hüzünlenip içlenirken bu tamamlanmayı yaşıyorduk bir taraftan da..

Başlattığım rakı faslından sonra çakır keyif halde çadırıma doğru yürümeye başladım zifiri karanlıkta sadece yolumu aydınlatan bir el feneriydi.Ara Ara başımın üstünden uçuşan yarasa kardeşler yüzünden kafamı eğmek durumunda kalıyordum işte o eğişlerde başımın döndüğünü hissediyordum..


Çadıra varıp battaniyeye sarmalandığımda yağmur hızlandı.. çadırın üstüne düşen yağmur sesiyle aklımda bu sefer binbir düşünceyle uyumaya çalışıyordum..Hayatımı tek kişilik bir çadırın içerisinde zifiri karanlıkta çakır keyif dönen bir başla yağmurun sesiyle tilkilerin gürültüsüyle uzaklardan gelen şakalaşma sesleriyle sorguluyordum..Ne gereği var şimdi diyordum kendi kendime ama beynimin gene kontrolü kaybettiği bir ana girdiğimi hissediyordum..Aklıma ilginç sorular ve ilginç cevaplar geliyordu..Mesela bunlardan biri iki gündür doğanın içerisinde yaşamışlığın vermiş olduğu duruma dayanarak ethem’in ethem yoldaşın babası geldi aklıma gecenin bi yarısında o çadırın içerisinde niye geldi aklıma bilmiyorum uzamış o sakalıyla insanlardan uzak o yaşantısıyla oğlunu gömmenin acısını yaşayarak modern hayatı reddeden o babayı düşündüm mesela kendimi onun yerine koydum cevaplar aradım vs düşündüğüm şeylerden biriydi..Sonra kendimi niyeyse karadeniz bilemedim niye öyle düşlemişim karadenizin bir yaylasında tek basıma yaşadığımı düşündüm serenderimi, dağlardan kalkan sisi, sobanın üstünde gece gündüz kaynayan güğümün içindeki suyu falan düşünüyordum..En son düşümde ki kaynayan suyun fokurdusuyla uyuyakalmışım..


Sabah mangalda sucuk kokusuyla uyandım..Ekmek sucuk yiyip ve közde çayı içtikten sonra yeşil rüyadan uyanmanın vaktinin geldiğini anlayıp çer çop ne varsa toplayıp bozkırımıza döndük..ve yine yeniden merhaba ankara dedim melih gökçeğe rağmen bitmeyen metrolarına rağmen yarın gideceğim o aptal işyerine rağmen merhaba dedim..


Eğer kedilerimi özlemiş olmasaydım istanbul sapağına sapıp bir balık ekmeğini yemeye geldim lan istanbul diyerek gece de dönmeyi düşündüm bi an ama işte kedi annesi olmak kolay değil yavru hasreti diyerekten döndük kürkçü dükkanımıza..

Popüler Yayınlar